Translate

8 Mayıs 2013 Çarşamba

YA NEBÎ! YÜREĞİMİZE GÜVENDİĞİNİ SEZEMEDİK…


         
         O kadar çoğaldı ki 'bana ne'lerimiz,
         O kadar birikti ki bahanelerimiz…
         O kadar çok benimsedik ki 'bana dokunmayan yılanları bin yaşa'tmayı...
         O kadar çok ‘bize değmeyen, bin yıl yaşayan yılanımız’ oldu ki;
         Sokaklarda ki çaresizliği görmezden gelir olduk, vicdanlarımızın sızısını kesiverdik, kendi haksızlıklarımızın fotoğrafını çekerken,  kendimize yapılan haksızlığı haykırdık ama, haksızlığa uğrayanları kendi yalnızlıklarına terkettik.
         Hepimiz birimiz için olacaktık, olamadık; içimizden çıkıp hepimiz için olmak isteyen birilerini küçümsedik, yok saydık, öteledik,  ucuz kahraman olma gayretinde olduk...
         'Böyle gelmiş böyle gider'leri ağrı kesici gibi yutup, başkalarına ağlayan yanlarımızı uyuşturduk rahatladık; Hem de çok rahatladık...
         Yüreğimize batacak kıymıkları geçtiğimiz yollardan temizlettik,..
         Nefsimizin iştahını kesecek görüntülerin üstünü ustaca sıvadık, yuvalarımızın duvarlarında dışarı sızdırmadığımız sevgi gölcüklerimizden bir kaç damla olsun serpemedik mazlumların üstüne...
         Göz yaşlarımızı tükettik, yüreğimizde ki yağmur yüklü bulutları kovduk...
         Mazlumları, mahzunları, garipleri, yetimleri, senin gibi sevmedik, Ya Nebî!!!
         Senin gibi sevindiremedik içimizde sancıyla kıvranıp duran duygularımıza…,
         İtip kaktık, yüreğimizi yakıp duran varoluş kaygılarını ciddiye almadık.
         Derdimizi yok sayıp deva aramadık.
         Sahte çarelere kanıp çaresiz kaldık..
         Oysa Sen, oysa Sen…
         Yüreğimize, kişiliğimize, vizcdanımıza, iddiamıza sahip çıktın onca kötülüğün içinde;
         ‘Zalim, zulmünden vazgeçinceye kadar terk edin’ dediğinde de,
         ‘Şüpheli olandan uzak durun’ dediğinde de,
         Yüreğimize  güvendiğini sezemedik Ya Nebî !!!.
         Hoyratlıklarımızı vicdanımızın cetveline vurduğunu göremedik...
         Gözlerimiz ve gönüllerimiz, sadece kendimize yaklaşan yılanın takipçisi oldu, onu gördü, onu bildi…
         Ellerimiz ve dillerimiz, yılanın öteye gitmesini zikretti hep,
         'Eğer siz Allah'a gerçek manada tevekkül edebilseniz, sabahleyin yuvasından aç çıktığı halde akşam karnı tok dönen kuşa rızık verdiği gibi sizin de rızkınızı verirdi'  buyurduğun halde, ne tevekkül edebildik Yaradana, ne de buyruğuna kulaklarımızı açabildik…
         İlahi ültimatomlara gözlerimizi, gönüllerimizi ve kulaklarımızı kapatınca, rızık endişesiyle hep yılanı uzaklaştırabilmenin çabasında olduk.
         Sandık ki bu imtihan yurdunda kazananlardan olduk…
         Hayır !
         Hem yanıldık, hem kaybeden olduk …


23 Aralık 2010
mus@bhy

Hiç yorum yok: