Henüz
çocuk yaşlarda adım attığımız bu mübarek davaya, bileğimizi ve yüreğimizi, emeğimizi ve kuvvetimizi, nefesimizi ve terimizi verdik. Gençliğimizin
en güzel anlarını bu davanın kutlu yollarında geçirdik. Erbakan Hocamı çok sevdik,
yüreğimize soktuk. Çoğu zaman, partilerimiz kapatıldı, Erbakan Hocamla üzüldük,
göz yaşı döktük. Haksızlıklara uğradık, kalbimiz dilhun oldu. Zalimlere karşı
hep dik durduk, içimizdekilerini
kalemimizle, dilimizle haykırdık. İyi günde de, kötü günde de hep
zalimlere baş kaldırdık. Milli Görüşümüzün gereği neyse onu yerine getirme
gayretinde olduk.
Çoğu
zamanlar rüzgar karşımızdan esti, biz zaferden değil, seferden sorumluyuz
dedik, kemiyet değil, keyfiyettir asıl olan dedik ve tek başımıza yürüdük Hak
bildiğimiz yolda. Bizim için yürüyüşlerin en onurlusu tek başına olanıydı.
Umudumuzu, ümidimizi hiç bu kadar yitirmedik.
Başımız
hep dik durdu, partilerimizin kapatılması başımızı önümüze eğdiremedi ama
geldiğimiz noktada, Önder Sav’la fikir alış verişleri yapıp, davamızın aleyhine
davalar açılması,
Odamızın
içerisinde konuşulması lazım gelen mevzularımızın medya sofralarında meze
yapılması,
Gizli
meselelerimizin sokaklara dökülmesi,
Yüksek
İstişare Kurulunun, davanın başına Genel Başkan olarak tayin ettiği Numan
Kurtulmuş’a ulu orta ekranlarda hakaretler yapılması,
Müslümanın
başka bi müslümana karşı ağzına almaya cesaret edemeyeceği saldırıları,
Kendi
edepsiz ve arsızlıklarına Muhterem Hocamızı da alet ederek ‘ihanet’ sendromları,
İftar
sofrasında kardeşlik hukukundan öte, Allah’ın hukukunun çiğnenmesi kanımızı dondurdu, başımızı önümüze eğdirdi.
Bizler
bu davaya,
Şevket
Kazan’ın ihtirasları için, gönlümüzü vermedik,
Oğuzhan
Asiltürk’ün ayak oyunları için, ömrümüzü vermedik,
Oğul
Fatih’in siyasette master yapması için, yüreğimizi vermedik,
Soyadına
bağlı bi biat anlayışını reddediyoruz.
Bizim
topluluğumuz, Müslümanlar topluluğu iken herkes bizden emindi, ne oldu da
emniyetli topluluktan, emniyeti alarma geçiren topluluk olduk.
Bunu
böyle yapınca, Erbakan ismine daha mı fazla bi anlam yüklemiş oldunuz.
Ne
geçti elinize Numan Kurtulmuş ismini yerin dibine batırınca.
Ne
geçti elinize partiyi Kayyuma devredince,
Ne
geçti elinize Numan Kurtulmuş’u partiden kovunca…
Bizler
Numan Kurtulmuş’u
“Hayatımızın
sonuna kadar üç şeyi yapmayacağımıza bu millete söz veriyoruz.
Firavunlaşmayacağız, Karunlaşmayacağız, Belamlaşmayacağız” sözünü verdiği için
çok sevdik…
“Âlemlerin
Rabbi olan Allah’tan başkasının önünde diz çökmeyeceğiz” sözleriyle siyasette
net bir “referans” hatırlatması yapmış olduğu için çok sevdik.
“Kim
ne yaparsa yapsın, kim hangi hesabın içinde olursa olsun, bu yürüyüşümüzü
engellemeye hiçbir kimsenin gücü yetmeyecektir.” dediği için çok sevdik.
ABD
ve Siyonizm merkezli küresel despotizme karşı, özgürlük ve adalet ekseninde bir
duruş ve direniş sergileyeceklerine inandığımız için çok sevdik.
Geçmişini
inkar eden bir ucuzculuğa ve kolaycılığa asla iltifat etmeden, Manevi
değerlerimizden kopmadan, yeni bir medeniyet inşa hedefinden asla ödün vermeden,
Reel politiğin cazibesine kapılmadan, ideallerimizi terk etmediğinden dolayı
çok sevdik.
Hocamızın
en büyük arzusu ‘Yeniden Büyük Türkiye’ dediği için çok sevdik.
Harun
gibi gelip Karun gibi olmayacağım dediği için çok sevdik.
Bizler
Numan Kurtulmuş’la, sadece sefere değil, zafere de talip olmayı öğrendik.
Biz
davamızı da, Genel Başkanını da, Liderini de çok severiz.
Nefislerini
gizleyemeyip, akıllarını öne çıkaramayanlar, bizim kadar sevemediler. Davaya
da, Genel Başkanına da, Liderine de en büyük ihaneti yaptılar. Yıllardır
birilerinin yapmak isteyip te yapamadıklarını, bu davanın en çok çilesini çekme
iddiasında olanlar, en büyük darbeyi vurdular.
Davamızın
kutsallığı, kişilerin rızasıyla değil, ancak Alemlerin Rabbının rızasıyla kaim
olabilir. Hiç bir kimse davadan daha kutsal değildir. Davaya sadakatin ölçüsü,
kişilere sadakat değil, sadakatın da Rabbı olana sonsuz itaat la mümkün
olabileceğine inanamadık. Beni geçiniz, siliniz, üzerime çarpı atınız önemli
değil. Benim bir heybem var, hepsi o kadar. Bu ümmete, ümmetin davasına ne
kadar katkım olabilir hesabından başka bir hesabım, kimseden bir çıkar ve
beklentim yoktur. Benim derdim Milli Görüşümü neden çürüttünüz, Saadetimi neden
bozdunuz.
Bunu
yapanlar ahrette nasıl hesap verecekler.
Nefislerini
ön plana çıkarıp, akıllarını gizleyenlerden,
GİK`e
giremedik diye, Önder SAV ile kolkola girip, mahkemelerden hakimlerle genel
merkez baskını yapanlardan,
11
Temmuz kongresini 16 dava açıp mahkemeye verip, kongreyi, tüzüğü, Gik`i iptal
ettirmek isteyenlerden,
Genel
Başkanın yetkilerini aldırıp partiyi Kayyuma devrettirenlerden,
Muhterem
Erbakan Hocamı yanıltanlardan,
Milli
Görüşümü çürütenlerden,
Saadetimi
nefislerine kurban edenlerden,
3
aydır benim aşıma zehir katanlardan,
Hem
dünyada, hem ahiret te davacıyım Yarabbi!!!
Olağanüstü
Saadet Partisi kongresinde, Şevket Kazan ile Oğuzha Nasiltürk elele versin,
Önder Sav’ı Genel Başkan yapsınlar. Onlara da o yakışır.
Ben
de siyaseti bırakıyorum…
Bırakalım
siyaseti bu üçlü yapsın vesselam…
02 Ekim 2010
mus@bhy
02 Ekim 2010
mus@bhy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder