Kurtuluş
Savaşı hakikatte yapıldı mı?
Yoksa
bizlere ve nesillerimize onlarca yıl okutulan Resmi Tarih sadece hikayeden mi
ibaretti.
Gerçekte
‘Kurtuluş Savaşı’yla kurtulduk mu?
Ya da 98
yıldır neden ‘kurtulduğumuzu’ zannettik?
Millet
olarak bu hakikatleri bilmeye, yeniden hatırlamaya mecburuz.
98 yıl
evvel, bu topraklarda yedi düvele karşı
verilmiş bir ‘Kurtuluş Savaşı’yla yönümüzü Batıya dönerek kurtuluşa erecektik.
Yeniden dünyanın muasır medeniyet seviyesinde zirvede olacaktık. 98 yıl önce
başlatılan ‘Kurtuluş Mücadelesiyle’ nelerimizi kaybettik, yada
kazandıklarımızla muasır medeniyet yarışında, millet olarak hedeflerimize
ulaşabildik mi? ‘Kurtuluş Savaşı’yla kazanılan zaferle(!) süper güç iddiamız bi
anlam kazandı mı? 90 yıldır nesillerimize Resmi Tarih diye okutulan Kurtuluş
Savaşı, hakikatte zafer mi? Yoksa kaybettiklerimizi gördükten sonra bir
yutturmadan mı ibaretti…
98 yıl
öncesine kadar, bu toprakların gerçek sahipleri olan ecdadımız, İslamın
emirlerine ve yasaklarına göre hayatlarını şekillendirir, inandıkları dine göre
giyinir, yer ve içer, İslam’a göre
evlenir, İslam’a göre boşanırlardı. Yine İslamın yeryüzüne sunduğu hükümleri
hayatlarının merkezine koyarlardı. Hukuki meselelerini İslamın Hukuk düzenine
göre çözerlerdi. İslam’ın ilk emri ‘Oku’ emrini, ‘Ali topu at’ olarak anlamak yerine,
‘Oku’ emrini; ilim öğrenmek, öğrendikleriyle amel etmek, dünya yurdunu
okudukları ilahi emirler doğrultusunda nizama sokmak olarak anlar ve algılardı.
Ecdadımız,
yaşadıkları büyük bunalımlardan kurtulmanın çarelerini, yine İslam’ın yol
haritalarıyla selamete çıkış yolları bulmuşlar, asla zalim olmayı tercih
etmemişler, hiçbir an İslamın adaletinden vazgeçmemişler, bu şerefli milletin
hiçbir kararının altına asla abdestsiz imzalarını koymamışlardır.
Sonra
ecdat bunları yaparken, birileri de bu milleti bu değerlerden ‘kurtarmanın’
hesabını yapmaktaydılar…
Ecdat
ile torunları arasını açmak için, ‘Kurtuluş Mücadelesi’ başlattılar, bu
mücadeleyle bu milletin Tarihini, geçmişini yok saymanın çabası içerisine
girdiler. ‘Kurtuluş Savaşı’ zafer(!)le neticelenince, millet geçmişini unuttu,
‘Kurtuluş Savaşıyla’ bu millet hafızasını kaybettiği gibi, yaşadıkları
toprakların da büyük bir bölümünü kaybetti... Milletin siyasi, sosyal,
kültürel, hukuki, ameli, tarihi, coğrafi ve hatta imani ve İslami hafızasını
sildiler. Bu yüzden millet, ‘Kurtuluş Savaşı’ hikayesini hakikat zannetti.
Peki bize
‘Kurtuluş Savaşı’ diye yutturulan şey, aslında bir masaldan ibaretse, o halde
‘kurtulduğumuz şey’ nedir?
Osmanlı
toprakları üç kıtada 20 milyon kilometrekareye ulaşmıştı. Koca imparatorluk
yıkıldıktan sonra, 5 milyon kilometrekare toprak parçasına razı edilen
milletimiz Sevr'de ikna edildikten sonra, Lozan'da masaya oturtulmak suretiyle,
işgalciler tarafından çizilen Misak-ı Milli hudutlarımız 783 bin kilometrekare
olarak belirlenmiş ve tapu tescillenmişti. 20 milyon metrekarerelik toprak
parçasından 783 bin metrekare toprak parçasına... Kurtulurken(!), yaklaşık olarak 19 milyon
metrekarelik toprak parçasından da kurtulmuş olduk. Yani aslında kurtulmadık;
bölündük, parçalandık, kolay yutulabilmek için ufak lokmalar yapıldık.
Şimdi
zamanı 98 yıl geriye döndürmek mümkün olsa da, o gün ‘kurtarıcılarımız’(!) bizi
kurtarmasalardı(!) da, işgal altına girseydik ne olurdu? O gün yedi düvel,
geldiği gibi bu toprakları işgal etmiş olsalardı, ilk yapacakları neler olurdu?
-Ümmetin
başını koparmak adına, Hilafet’i kaldırarak işe başlarlardı. Siyasi gücüde içinde bulunduran hilafeti
derhal kaldırırlardı.
-Sonra
hemen eğitime müdahale eder, Kur’an eğitimini yok etmek adına, dede ile torun
arasına büyük duvarlar örerek,
dillerini, tarihlerini ve kültürlerini yok etmek için, 1 gün önce ‘alim’
olanları, bir gece sonra harf devrimi yaparak ‘cahil’ bırakırlardı. Dilimiz,
alfabemiz değişirdi, yerine Latin harflerini alfabe yaparlardı.
-Ümmetin
İstiklal ve Bağımsızlık sembolü, Ezanımız yasaklanırdı.
-Kur’an
hükümlerini hayattan uzaklaştırır, Kur’an’ı yasaklar, ayaklar altına alırlardı.
-İbadethanelerimiz
camilerimiz yıkılır, satılır, elde kalanlarda ahır olarak kullanılırdı.
-Camileri ellerine
geçirip oraya namaz kıldırma memurları koyup, Kur’an-daki İslamı değilde, kendi
istedikleri İslamı din diye halka yuttururlardı.
-İslamın
Eğitim Fakulteleri ‘Medreseleri’ kapatıp, onların yerine kendi ideolojik
zehirlerini akıtan ‘köy enstitüleri’ misali eğitim kurumlarını bu ülkeye
enjekte ederlerdi.
-Kılık
kıyafet devrimi yapıp, her türlü kültürel asimilasyonla, ülkedeki insanları
‘Batının’ olan kendi giyim kuşamlarına zorlar, ve bu kurallara uymayanları
asarlardı, keserlerdi, idam ederlerdi.
-Memleketin
her köşesine sömürünün günümüzdeki adı olan faiz kurumlarını ‘Bankaları’
koyarlardı. (Hatta Hindistan müslümanlarının bu işgalden kurtulun yine dünya
müslümanlarına ağabeylik yapın diye gönderdiği paralarla da İş Bankasını
kurarlardı..)
-Ülkemizin
kendi takvimi olan Hicri takvimi ortadan kaldırıp, bir kilise takvimi olan
Gregoryan takvimi olan Miladi takvimini yürürlüğe koyarlardı.
-Bu
topraklarda Kur'an-a dayalı ilahi
yasaları kaldırır, onun yerine Batıdan İsviçre’den Medeni Kanunu,
Almanya’dan Ticaret Kanunlarını, İtalya’dan Ceza Kanunu ithal ederek, bu
milletin fertlerine İsviçre Medeni hukukuna göre evlenmeyi ve boşanmayı,
Almanya Ticaret hukukuna göre ticaret yapmayı, İtalya Ceza hukukuna göre
cezalandırılmayı dayatırlardı.
-Haftalık
tatili çoğunluk Müslüman için Cuma’yı değil de, azınlık Yahudi için Cumartesi,
yine azınlık Hıristiyan için Pazarı haftalık tatil yaparlardı. İş saatlerini ve eğitim saatlerini kendi
‘dini’ tatil günlerine göre ayarlarlardı. (Allah cc; “Ey Mü’minler! Cuma
vaktinde, alış verişi, çalışmayı bırakın, Allah’ı zikre koşun” buyurduğu halde,
İşgalcilerde Cuma vaktinde Müslümanları zevkle çalıştırırlardı.)
-Bu ülkenin
ekonomisini kendilerine bağımlı kılar, kapitalizmin esaslarına göre ekonomik
modeller geliştirerek, bu milletin alın terini sömürürlerdi.
-Kültürümüz,
geleneğimiz terk edilirdi.
-Kadınlarımızın
tesettürü açılır, kılığımız-kıyafetimiz yasaklanırdı.
-Ahlâkımız,
sosyal yapımızı bozmak adına, bu cennet vatanda, edebinden dolayı burnunu
göstermekten utanan bir milletin kızlarını ahlak ve namusundan uzaklaştırmak
için, güzellik yarışmaları adı altında, müslümanın kızını Avrupanın ortasında
çırıl çıplak soyduklarında, (Keriman Halis misali) Hıristiyanlığın İslam’a
karşı zaferini kutlarlardı.
-Hem
ahlaksızlık ve gayri meşru hayatın önünü açmak, hem de ‘Devlete gelir’ kapısı
açmak adına Genelevleri açıp birileri kapatmasın diye de İçişleri Bakanlığına
bağlarlardı.
-Batılı
gibi olmayanı ‘yobaz',
Batılı gibi
düşünmeyeni 'gerici',
Batılı gibi
yaşamayanı 'barbar’ ilan ederlerdi.
-Bu
topraklarda asırlarca aynı sofrada kavga etmeden lokmasını bölüşen, Türk-Kürt,
Arap-Çerkez, Alevi-Sünni, tüm etnik
unsurları içinde barındıran Osmanlının içten içe kendisini eritmesi ve
birbirine düşmesi için ‘Ulus Devlet’ fikrini yürürlüğe koyar, herkesi kendi
alfabelerini kullanmaya, kendi dillerini kullanmaya zorlarlardı. Bu yolla
yıllarca barış içerisinde kardeşler olarak yaşayan insanları birbirine
düşürürlerdi.
-Kamusal
alan dedikleri her yerde, okullar'da,
mecliste, mahkemede, baş örtüsünü yasaklarlardı.
-İslam tüm
hükümleriyle, siyasal, sosyal, hukuki, iktisadi ve benzeri alanlarda hayattan
uzaklaştırılırdı.
-Her alanı
Allah'tan bağımsızlaştırırlar, Allah'ın emirlerinin etkisini her alandan
kaldırmaya yürürler, insanlara Allah yokmuş gibi düşünmeyi öğretirlerdi.
-Batı
kültürünü yaygınlaştırmak adına, dizileriyle, filimleri ile, İslam'ı kötülerler
insanları müslüman kardeşlerinden ve tarihlerinden utanacak hale düşürürlerdi.
-Sevgililer
günü, Analar günü, Babalar günü ve Yılbaşı gibi hıristiyan geleneklerini bu
ülkeye enjekte eder, Yunanlı mitoloji tanrıcıkların günlerini bu ülkeye
propoganda ve reklam ederlerdi.
-Her
platformda, sokakta, dairede, okulda, mahkemede hatta bu milletin meclisinde,
kürsülerde alenen Allah'ı inkar eden propagandalar ve konuşmalar yaparlardı.
-İslam
Hukuku yerine Avrupalıların hukuku, İslami yaşantının yerine Avrupalıların
yaşantısı getirilirdi.
-Devlet
Laikleştirilir, fertler dinsizleştirilirdi.
-Allah cc,
Kuran’da müslümanlara ne emretti ise tersini yaparlardı. Yani İslam şeriatının
her hükmüne harp ilan ederlerdi…
Bütün
bunları İşgalciler yapmasın diyerek cepheye koştuk ‘Kurtuluş Savaşı’ yaptıkta,
savaşın sonucu lehimize olduğu halde,
adına ‘devrim’ dedikleri zulümleri zafer gibi göstererek, kendi ellerimizle
kendi değerlerimizi hızlı bir şekilde nasıl yıkabildik?
Bunun da
adına nasıl ‘Kurtuluş Savaşı’ diyebildik?…
Bu ülkenin
gerçek sahipleri dedelerimiz; bu memlekette bunlar yapılmasın, bu cennet
vatanda namuslara namahrem eli uzanmasın, batının kokuşmuş medeniyeti, onların
tarihi, onların kültürü, onların ahlaksızlıkları, onların soysuzlukları bu cennet vatana sokulmasın diyerek şehadete
koştular.
Memlekete
ve milletin namusuna Antep’i Gazi yaparak, Maraş’ı da Kahraman yaparak sahip
çıktılar…
Peki,
‘Kurtuluş Savaşıyla’ nelerden kurtulduk?
Hilafet’ten
kurtulduk.
Kur’an-dan
kurtulduk.
İslam
hukukundan, İslam Şeriatından kurtulduk.
Kendi öz
kültür ve geleneklerimizden kurtulduk.
Kılık
kıyafetlerimizden kurtulduk.
Alfabemizden
kurtulduk.
Ümmet
şuurundan kurtulduk,
İslam
kardeşliğinden, Ümmet birliğinden
kurtulduk.
İslam’dan
kurtulduk!
Son asırda
özelde milletimizin, genelde ümmetin çektiği sancıların ve sıkıntıların asıl
sebebi, ‘Kurtuluş Savaşıyla’ kurtulduklarımız(!)dan dolayı, dertlerimize
çareler bulmakta zorlanıyoruz…
1915
yılında Çanakkale geçilseydi bundan daha kötüsü olmayacaktı.
Demek ki
işgalciler, zaten istediklerini almışlar, savaşın sonunda da bizleri galip ilan
edip gitmişler…
Hakikatte,
‘Kurtuluş Savaşıyla’ kurtulduk mu?
Sahi, bunun
neresi kurtuluş?
20 Temmuz 2013
mus@bhy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder