Translate

20 Temmuz 2013 Cumartesi

KURTULUŞ SAVAŞIYLA KURTULDUK MU?

Kurtuluş Savaşı hakikatte yapıldı mı?
Yoksa bizlere ve nesillerimize onlarca yıl okutulan Resmi Tarih sadece hikayeden mi ibaretti.
Gerçekte ‘Kurtuluş Savaşı’yla kurtulduk mu?
Ya da 98 yıldır neden ‘kurtulduğumuzu’ zannettik?
Millet olarak bu hakikatleri bilmeye, yeniden hatırlamaya mecburuz.
98 yıl evvel,  bu topraklarda yedi düvele karşı verilmiş bir ‘Kurtuluş Savaşı’yla yönümüzü Batıya dönerek kurtuluşa erecektik. Yeniden dünyanın muasır medeniyet seviyesinde zirvede olacaktık. 98 yıl önce başlatılan ‘Kurtuluş Mücadelesiyle’ nelerimizi kaybettik, yada kazandıklarımızla muasır medeniyet yarışında, millet olarak hedeflerimize ulaşabildik mi? ‘Kurtuluş Savaşı’yla kazanılan zaferle(!) süper güç iddiamız bi anlam kazandı mı? 90 yıldır nesillerimize Resmi Tarih diye okutulan Kurtuluş Savaşı, hakikatte zafer mi? Yoksa kaybettiklerimizi gördükten sonra bir yutturmadan mı ibaretti…
98 yıl öncesine kadar, bu toprakların gerçek sahipleri olan ecdadımız, İslamın emirlerine ve yasaklarına göre hayatlarını şekillendirir, inandıkları dine göre giyinir, yer ve içer,  İslam’a göre evlenir, İslam’a göre boşanırlardı. Yine İslamın yeryüzüne sunduğu hükümleri hayatlarının merkezine koyarlardı. Hukuki meselelerini İslamın Hukuk düzenine göre çözerlerdi. İslam’ın ilk emri ‘Oku’ emrini, ‘Ali topu at’ olarak anlamak yerine, ‘Oku’ emrini; ilim öğrenmek, öğrendikleriyle amel etmek, dünya yurdunu okudukları ilahi emirler doğrultusunda nizama sokmak olarak anlar ve algılardı.
Ecdadımız, yaşadıkları büyük bunalımlardan kurtulmanın çarelerini, yine İslam’ın yol haritalarıyla selamete çıkış yolları bulmuşlar, asla zalim olmayı tercih etmemişler, hiçbir an İslamın adaletinden vazgeçmemişler, bu şerefli milletin hiçbir kararının altına asla abdestsiz imzalarını koymamışlardır.
                Sonra ecdat bunları yaparken, birileri de bu milleti bu değerlerden ‘kurtarmanın’ hesabını yapmaktaydılar…
                Ecdat ile torunları arasını açmak için, ‘Kurtuluş Mücadelesi’ başlattılar, bu mücadeleyle bu milletin Tarihini, geçmişini yok saymanın çabası içerisine girdiler. ‘Kurtuluş Savaşı’ zafer(!)le neticelenince, millet geçmişini unuttu, ‘Kurtuluş Savaşıyla’ bu millet hafızasını kaybettiği gibi, yaşadıkları toprakların da büyük bir bölümünü kaybetti... Milletin siyasi, sosyal, kültürel, hukuki, ameli, tarihi, coğrafi ve hatta imani ve İslami hafızasını sildiler. Bu yüzden millet, ‘Kurtuluş Savaşı’ hikayesini hakikat zannetti.
Peki bize ‘Kurtuluş Savaşı’ diye yutturulan şey, aslında bir masaldan ibaretse, o halde ‘kurtulduğumuz şey’ nedir?
Osmanlı toprakları üç kıtada 20 milyon kilometrekareye ulaşmıştı. Koca imparatorluk yıkıldıktan sonra, 5 milyon kilometrekare toprak parçasına razı edilen milletimiz Sevr'de ikna edildikten sonra, Lozan'da masaya oturtulmak suretiyle, işgalciler tarafından çizilen Misak-ı Milli hudutlarımız 783 bin kilometrekare olarak belirlenmiş ve tapu tescillenmişti. 20 milyon metrekarerelik toprak parçasından 783 bin metrekare toprak parçasına...  Kurtulurken(!), yaklaşık olarak 19 milyon metrekarelik toprak parçasından da kurtulmuş olduk. Yani aslında kurtulmadık; bölündük, parçalandık, kolay yutulabilmek için ufak lokmalar yapıldık.
Şimdi zamanı 98 yıl geriye döndürmek mümkün olsa da, o gün ‘kurtarıcılarımız’(!) bizi kurtarmasalardı(!) da, işgal altına girseydik ne olurdu? O gün yedi düvel, geldiği gibi bu toprakları işgal etmiş olsalardı, ilk yapacakları neler olurdu?
-Ümmetin başını koparmak adına, Hilafet’i kaldırarak işe başlarlardı.  Siyasi gücüde içinde bulunduran hilafeti derhal kaldırırlardı.
-Sonra hemen eğitime müdahale eder, Kur’an eğitimini yok etmek adına, dede ile torun arasına büyük duvarlar örerek,  dillerini, tarihlerini ve kültürlerini yok etmek için, 1 gün önce ‘alim’ olanları, bir gece sonra harf devrimi yaparak ‘cahil’ bırakırlardı. Dilimiz, alfabemiz değişirdi, yerine Latin harflerini alfabe yaparlardı.
-Ümmetin İstiklal ve Bağımsızlık sembolü, Ezanımız yasaklanırdı.
-Kur’an hükümlerini hayattan uzaklaştırır, Kur’an’ı yasaklar, ayaklar altına alırlardı.
-İbadethanelerimiz camilerimiz yıkılır, satılır, elde kalanlarda ahır olarak kullanılırdı.
-Camileri ellerine geçirip oraya namaz kıldırma memurları koyup, Kur’an-daki İslamı değilde, kendi istedikleri İslamı din diye halka yuttururlardı.
-İslamın Eğitim Fakulteleri ‘Medreseleri’ kapatıp, onların yerine kendi ideolojik zehirlerini akıtan ‘köy enstitüleri’ misali eğitim kurumlarını bu ülkeye enjekte ederlerdi.
-Kılık kıyafet devrimi yapıp, her türlü kültürel asimilasyonla, ülkedeki insanları ‘Batının’ olan kendi giyim kuşamlarına zorlar, ve bu kurallara uymayanları asarlardı, keserlerdi, idam ederlerdi.
-Memleketin her köşesine sömürünün günümüzdeki adı olan faiz kurumlarını ‘Bankaları’ koyarlardı. (Hatta Hindistan müslümanlarının bu işgalden kurtulun yine dünya müslümanlarına ağabeylik yapın diye gönderdiği paralarla da İş Bankasını kurarlardı..)
-Ülkemizin kendi takvimi olan Hicri takvimi ortadan kaldırıp, bir kilise takvimi olan Gregoryan takvimi olan Miladi takvimini yürürlüğe koyarlardı.
-Bu topraklarda Kur'an-a dayalı ilahi  yasaları kaldırır, onun yerine Batıdan İsviçre’den Medeni Kanunu, Almanya’dan Ticaret Kanunlarını, İtalya’dan Ceza Kanunu ithal ederek, bu milletin fertlerine İsviçre Medeni hukukuna göre evlenmeyi ve boşanmayı, Almanya Ticaret hukukuna göre ticaret yapmayı, İtalya Ceza hukukuna göre cezalandırılmayı dayatırlardı.
-Haftalık tatili çoğunluk Müslüman için Cuma’yı değil de, azınlık Yahudi için Cumartesi, yine azınlık Hıristiyan için Pazarı haftalık tatil yaparlardı.  İş saatlerini ve eğitim saatlerini kendi ‘dini’ tatil günlerine göre ayarlarlardı. (Allah cc; “Ey Mü’minler! Cuma vaktinde, alış verişi, çalışmayı bırakın, Allah’ı zikre koşun” buyurduğu halde, İşgalcilerde Cuma vaktinde Müslümanları zevkle çalıştırırlardı.)
-Bu ülkenin ekonomisini kendilerine bağımlı kılar, kapitalizmin esaslarına göre ekonomik modeller geliştirerek, bu milletin alın terini sömürürlerdi.
-Kültürümüz, geleneğimiz terk edilirdi.
-Kadınlarımızın tesettürü açılır, kılığımız-kıyafetimiz yasaklanırdı.
-Ahlâkımız, sosyal yapımızı bozmak adına, bu cennet vatanda, edebinden dolayı burnunu göstermekten utanan bir milletin kızlarını ahlak ve namusundan uzaklaştırmak için, güzellik yarışmaları adı altında, müslümanın kızını Avrupanın ortasında çırıl çıplak soyduklarında, (Keriman Halis misali) Hıristiyanlığın İslam’a karşı zaferini kutlarlardı.
-Hem ahlaksızlık ve gayri meşru hayatın önünü açmak, hem de ‘Devlete gelir’ kapısı açmak adına Genelevleri açıp birileri kapatmasın diye de İçişleri Bakanlığına bağlarlardı.
-Batılı gibi olmayanı ‘yobaz',
Batılı gibi düşünmeyeni 'gerici',
Batılı gibi yaşamayanı 'barbar’ ilan ederlerdi.
-Bu topraklarda asırlarca aynı sofrada kavga etmeden lokmasını bölüşen, Türk-Kürt, Arap-Çerkez, Alevi-Sünni,  tüm etnik unsurları içinde barındıran Osmanlının içten içe kendisini eritmesi ve birbirine düşmesi için ‘Ulus Devlet’ fikrini yürürlüğe koyar, herkesi kendi alfabelerini kullanmaya, kendi dillerini kullanmaya zorlarlardı. Bu yolla yıllarca barış içerisinde kardeşler olarak yaşayan insanları birbirine düşürürlerdi.
-Kamusal alan dedikleri her yerde, okullar'da,  mecliste, mahkemede, baş örtüsünü yasaklarlardı.
-İslam tüm hükümleriyle, siyasal, sosyal, hukuki, iktisadi ve benzeri alanlarda hayattan uzaklaştırılırdı.
-Her alanı Allah'tan bağımsızlaştırırlar, Allah'ın emirlerinin etkisini her alandan kaldırmaya yürürler, insanlara Allah yokmuş gibi düşünmeyi öğretirlerdi.
-Batı kültürünü yaygınlaştırmak adına, dizileriyle, filimleri ile, İslam'ı kötülerler insanları müslüman kardeşlerinden ve tarihlerinden utanacak hale düşürürlerdi.
-Sevgililer günü, Analar günü, Babalar günü ve Yılbaşı gibi hıristiyan geleneklerini bu ülkeye enjekte eder, Yunanlı mitoloji tanrıcıkların günlerini bu ülkeye propoganda ve reklam ederlerdi.
-Her platformda, sokakta, dairede, okulda, mahkemede hatta bu milletin meclisinde, kürsülerde alenen Allah'ı inkar eden propagandalar ve konuşmalar yaparlardı.
-İslam Hukuku yerine Avrupalıların hukuku, İslami yaşantının yerine Avrupalıların yaşantısı getirilirdi. 
-Devlet Laikleştirilir, fertler dinsizleştirilirdi.
-Allah cc, Kuran’da müslümanlara ne emretti ise tersini yaparlardı. Yani İslam şeriatının her hükmüne harp ilan ederlerdi…
Bütün bunları İşgalciler yapmasın diyerek cepheye koştuk ‘Kurtuluş Savaşı’ yaptıkta, savaşın sonucu lehimize olduğu halde,  adına ‘devrim’ dedikleri zulümleri zafer gibi göstererek, kendi ellerimizle kendi değerlerimizi hızlı bir şekilde nasıl yıkabildik?
Bunun da adına nasıl ‘Kurtuluş Savaşı’ diyebildik?…
Bu ülkenin gerçek sahipleri dedelerimiz; bu memlekette bunlar yapılmasın, bu cennet vatanda namuslara namahrem eli uzanmasın, batının kokuşmuş medeniyeti, onların tarihi, onların kültürü, onların ahlaksızlıkları, onların soysuzlukları  bu cennet vatana sokulmasın diyerek şehadete koştular.
Memlekete ve milletin namusuna Antep’i Gazi yaparak, Maraş’ı da Kahraman yaparak sahip çıktılar…
Peki, ‘Kurtuluş Savaşıyla’ nelerden kurtulduk?
Hilafet’ten kurtulduk.
Kur’an-dan kurtulduk.
İslam hukukundan, İslam Şeriatından kurtulduk.
Kendi öz kültür ve geleneklerimizden kurtulduk.
Kılık kıyafetlerimizden kurtulduk.
Alfabemizden kurtulduk.
Ümmet şuurundan kurtulduk,
İslam kardeşliğinden, Ümmet birliğinden  kurtulduk.
İslam’dan kurtulduk!
Son asırda özelde milletimizin, genelde ümmetin çektiği sancıların ve sıkıntıların asıl sebebi, ‘Kurtuluş Savaşıyla’ kurtulduklarımız(!)dan dolayı, dertlerimize çareler bulmakta zorlanıyoruz…
1915 yılında Çanakkale geçilseydi bundan daha kötüsü olmayacaktı.
Demek ki işgalciler, zaten istediklerini almışlar, savaşın sonunda da bizleri galip ilan edip gitmişler…
Hakikatte, ‘Kurtuluş Savaşıyla’ kurtulduk mu?

Sahi, bunun neresi kurtuluş?

20 Temmuz 2013
mus@bhy





Hiç yorum yok: