Bismillah…“Siz Allah için verirseniz, Allah onun yerine (daha iyisini) verir.” Sebe – 39
Cenab-ı Hak, rızkı yeryüzüne, tüm kullarına ve tüm canlılara yetecek kadar indirmiştir. Çünkü ‘Rezzak’ olan, rızık veren O’dur. Yarattığı kulunun rızkını takdir eden, tayin eden kendisidir. Hangi kulunun ne kadar ne yiyeceğini, ne kadar ne içeceğini takdir eden kendisidir. Bunu şu şekilde anlamamak lazım tabi, her bir kulu aynı ölçülerde rızıkta eşitlemek değildir asıl olan.
Onun içindir ki; bir kulun israf ettiği bir lokma, diğer bir kulun boğazından geçmesi gereken bir lokmadır.
Onun içindir ki; bir kulun fazlası, diğer bir kulun eksiğidir.
Onun içidir ki; birinin harcadığı fazlalık, ötekinin harcaması gerekirken harcayamadığı noksanlıktır.
Yani varlıkla sınananlar, yoklukla sınananlarla paylaşmak zorundadırlar.
Yani varlıkla sınananlar, yoklukla sınananlarla paylaşmak zorundadırlar.
Yeryüzünde ki insanlar, rızıklarını Allah’ın tayin ettiği şekilde bölüşselerdi, Allah’ın yeryüzüne indirdiği rızkı adil bir şekilde paylaşsalardı, yeryüzünde bir tek aç, bir tek ihtiyaç sahibi kalmazdı.
Beşeri sistemler insanların eşit rızık alması gerektiği hususunda sistemler geliştirdiler ama insanları fakirlikte eşitleme yoluna gittiler. İnsanlığın açlığına, yokluğuna, eşitsizliğine çare diyerek, adına ‘izm’ dedikleri, eşit paylaşım adına geliştirdikleri tüm yollar, insanları açlıktan kurtaramadı. Yokluktan kurtaramadı. Geliştirdikleri tüm ‘izm’ler insanlığın dertlerine çare olmaya yetmedi. Aç kalan toplumlar ahlaksızlaştı, imansızlaştı ve dinden uzaklaştı. İnsanlığa vadettikleri huzuru, sükûneti ve eşitliği tecelli ettiremediler ve 80 yıl sonra yıkılıp gittiler. Geride açlık bıraktılar, kan ve göz yaşı bıraktılar. Neticede geliştirdikleri bu ütopya hiç bir işe yaramadı.
Eşitlik ile Adalet çok farklı şeylerdir. İnsanlığın dertlerini eşitlikle çözmeye kalkarak, adaleti sağlamış olmazsınız. Adaletin olmadığı her yerde de, her zaman zulüm olmuştur.
Açlık zulümdür.
Yokluk zulümdür.
Adaletsiz bölüşüm zulümdür.
Fakirin lokmasının küçüldüğü toplumlarda zulmün de boyutu büyümüştür hep. Ne kadar eşitlikten dem vurursanız vurun, adil olamadığınız müddetçe zalim olmaktan da kurtulamazsınız. Zengin olan kul, lokmasını fakirle bölüşmeli ki adaleti tecelli ettirdiğini ispat edebilsin. Zengin, fakire olan sevgisini ve şefkatini, bölüştüğü lokma ölçüsünde ispat edebilir. Aynı ölçüde de Fakirinde, zengin olana olan saygısı ve hürmeti artmış olur. Allah'ın zengin kuluna emanet olarak verdiği rızkı, fakirle bölüşmüş olduğu toplumlarda, anarşi ve terör, hırsızlık ve arsızlık, huzursuzluk ve kaos, açlık ve yokluk asla kendisine faaliyet alanı bulamaz. Özellikle Müslümanların yaşadıkları topraklarda zulmün ortadan kalkması için, esasında yeryüzünde adaletin tecellisi için, İslamın getirdiği çözümden başka çare yoktur. İslamın servete bakışının temelinde, servete mülkiyet olarak değil, emanet olarak bakmak yatmaktadır. Bu şuuru temin ettiğimiz gün, insanlığın tüm sıkıntıları bitecektir. ‘Kazandığım servet benimdir’ diyen bir insana, israfı anlatamazsınız. Elinde bulunanları sahiplenenler, istediği gibi kullanırlar, yerler – içerler, alırlar – satarlar ve istedikleri gibi sarf ederler. Halbuki bize ait olduğunu sandığımız serveti, Allah emanet olarak vermiştir. Emanet olarak verilmiş olan serveti, insan istediği gibi harcama hakkına sahip değildir. Her insanın eşit şekilde akla, gayrete, çabaya ve uzmanlığa sahip olmadıkları için, kendilerine emanet edilen servetlerinde eşit olmaması da Allah’ın kanunudur.
Kendilerine emanet olarak verilmiş servetlerine ‘benimdir’ diyenler, aslında servetlerine teslim olmuş insanlardır. Hakikatte servetlerine ‘emanet’ olarak bakanlar, asıl emanete sahip olanlardır. O emanet olarak verilmiş servetlerini, Allah’ın rızasına uygun, O’nun razı olacağı şekilde harcamış olmakla, emanet edilen servete sahip çıkılmış olur.
Allah’ın rızasını kazanmak için verilen her şey, emaneti, mülkiyete dönüştürür. Dünya yurdunda elimizde olanlar, bizler için emanettir, ama ahiret yurdu için yaptığımız çabaların karşılığı da mülkiyettir. Dolayısıyla, Cennet, aslında Allah’ın rızasını kazanabilmek için yaptıklarımızdır, verdiklerimizdir.
Allah’ın rızasını kazanabilme çabasıyla yapılan her bir amelin karşılığı muhakkak verilecektir. O rızaya erebilmek için, bu dünya yurdunda emanet edilen mallarınızı, mülkiyetinize geçirmek adına, bizde bulunanı, bulunmayanla bölüşmeliyiz ki, hayra doğru yol bulalım. Değilse, 'izm’lerle sağlandığı zannedilen eşitlik değildir insanı hayra götüren.
Bismillah… “Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça tam hayra erişemezsiniz. Bu yolda her ne harcarsanız Allah onu bilir.” Al-i İmran – 107
Adaletin tecellisi için sevdiği şeylerden verebilmeli insan…
Eşitlik adına, ‘ben de olan sende de olsun’ diyerek insanlığı hayra yöneltmiş olamayız.
Müslüman, hayırda yarışandır. Kendisine emanet edilen serveti, servetin de Rabbının hoşuna gidecek şekilde harcayabilendir.
Bu günlerimiz, bu anlarımız 'eşitliği' değil de, adaleti tecelli ettirme adına hayırda yarışmaya en büyük vesiledir.
Bu şerefli ayın, her anını, rızıklarımızı paylaşmaya, lokmalarımızı bölüşmeye fırsat bilip; Allah'ın kullarına emanet rızıkları, fakirlerle paylaşma da yarış halinde olmalıyız. Özellikle ümmetin kendi içerisinde yaşadığı buhranlarından, sıkıntılarından, dar boğazlarından selamete çıkış yolu, bu yarıştan geçmektedir vesselam...
04 Ramazan 1434
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder