Translate

8 Mayıs 2013 Çarşamba

“SİZİ RAHATSIZ ETMEYE GELDİM.”


     

         Bu söz bana ait değil tabi; pek çoğumuzun vahiyle gerçek manada tanışmasına vesile olan bir yazara ait. O, içinde bulunduğu ve gerçeklere kendini kapatmış, hatta çerçevesini kendi kafasında çizdiği dini yaşarken, vahiyden alabildiğine uzaklaşmış, elinden geldiğince de diğer insanların uzaklaşmasını sağlamış bir yığına ithafen söylemişti. Ali Şeriati’ye ait olan bu söz, sert gibi görünse de aslında yerini bulan bir söz.
            Ettiğimiz rahatsızlıklar dünyalık olunca, o dünya ölçeğinde kendimize yer bulmakta zorlanırız, horlanırız ve hatta dışlanırız. İnsanların dünya hayatlarının çok kısa olduğunu, bu  sürecin çok çabuk geçerek, ebedi bir hayatın olacağını söylediğiniz zaman, Dünyanın sefaletine nefsini terk etmiş olanlar, elbette rahatsız olacaktır.

         Eğer bizim dinimiz, bizim birbirimizi kırmamıza, kınamamıza, arkamızdan konuşmamıza, arkadan vurmamıza, kardeşlerimize haset etmemize, kardeşlerimizin gıybetini etmemize sebep ve vesile oluyorsa, zaten bu dinin adı İslam olamaz ki!
           
         Bizler, akl-ı selim insanlar, temelinde SEVGİ olan, Kardeşlerin birbirlerine tebessümünü SADAKA sayan, kundakla - kefen arasında geçen eylemlerimizi ve amellerimizi bu ölçüye göre formatlayan, bir dinin müntesipleriyiz. Bu dinin Rabbı c.c, kulunun dünya hayatındaki ömrünü rahat içerisinde geçirmesini istemez mi? Dünya ömürlerini, Kur’an-îleştirenler, mücadelelerini Muhammedîleştirenler asla bu formattan rahatsız olmazlar.

        Zulmün olduğu yerde, zalime adaletten bahsedersen, zalim mutlak rahatsız olacaktır. Pek çoğumuz, namazsız, oruçsuz, zekatsız bir ömür yaşayıp, Ahirette de Cennete gitmeyi isteriz. Bunun böyle olamıyacağını, “hatta namaz kıldığımız halde, oruç tuttuğumuz halde, Zekatı vermeden cennete girilemiyeceğini”, söylediğimiz de, zengin Müslüman bu durumdan elbette rahatsız olacaktır. Bizim dinimizde asla grilik yoktur. Biz nefislerimizi tek renkli bi dine terk  ettik elhamdülillah. Eğer bizim dinimizde grilik olduğu iddiasında isek, sadece namazımızla, sadece orucumuzla, sadece Haccımızla Cennete gireceğimiz iddiasında isek, o zaman belki bizim İslam’ı anlamamızda sorun var demektir! O zaman kabul etmeliyiz ki, bizim algımız ve aklımız “hasta” olmuş demektir. Hastaysak “deva” aramalıyızdır...

          Peygamber s.a.v Efendimiz, hastalığı farketmese, Hira’da ne işi vardı sanıyoruz? Bizim Hira’dan, hayatımıza taşıdığımız bir hakikat arayışımız yoksa, İslam anlayışımız ve yaşantımız ne işe yarar sanıyoruz? Efendimiz s.a.v Sevr Dağı’na çıkmış, Hira Mağarası’na girmişti. (Arapça, Sevr; Devrim, Hira; Arayış demektir...) Düşünüyorum da, DAĞ gibi bir devrim için, önce aramak, ağlamak, anlamaya çalışmak şart... İslam’ı, Hira’dan hayatımıza transfer etmeliyiz, hayatımızı Sevr ile, Hira ile formatlamalıyız. Bunu yapmalıyız, bunu yapamazsak rahtsızlıklarımız artarak devam edecektir.

Allah’a inanan birisi için deva, Allah’tadır, Allah’tandır.
Deva Kur’an’dır.
Kur’an en büyük şifadır.
Deva Kur’an’daysa, Kitab-ı Furkan’la doğru bir tanışma, tefekkür-tezekkür ve tedebbür  barındıran bir okuma gerekecektir.
Deva, Kur’an insanın rahatsızlığını yok edecek,  kişisel ve toplumsal devrimdir.
Deva’mız İslam dır, Kur’an-dır, Muhammed s.a.v’dir. Bu çözüm de bizim  iddiamızdır.
İddia’mızın bizatihi kendisi hem kavlî-sözlü hem fiili-ameli duamızdır.
Dua’mız Davetimiz de olabilmelidir.
Bunların tamamı bizim Dava’mızdır!
İslam dan İnsanlığa sunduğumuz bir deva’mız, iddia’mız, dua’mız, davet’imiz var elhamdülillah…
Yani davamız yoksa, bizler, ne kadar iyi niyetli ve muhlis olursak olalım,
Anlamadan anlatamayız...
Bizim derdimiz anlatmak olmamalıdır diye düşünüyorum...
Anlamadan anlatmak, anlama ihanettir.
Ağlamadan anlamak, anladığını sanmaktır.
Herşeyi birbirine bağlamadan ağlamak, dini, sadece ‘deşarj’ için kullanmaktır.
Unutulan - örtülen sünnetlerin en büyüğü ve önemlisi; Dünya hayatımızı Kur’an-ı Furkan  ile inşa etmemiz gerekmektedir…
        Rahatsızlıktan bir an evvel kurtulmak istiyorsak;
        Hayatımızı Kur’an-îleştirmemiz,
        Muhammedîleştirmemiz gerekmektedir.
         Rahmetinden ve mağfiretinden faydalandığımız umuduyla, sonuna yaklaştığımız, Ramazanı Şerifin, Orucuyla, İftarıyla, Sahuruyla, Teravihiyle, çekilen tesbihatlarıyla, edilen dualarıyla, İlahi kata açılan elleriyle, zikreden dilleriyle, hayatımızı yeniden formatlamaya mecburuz…
Değilse rahatsızlığımız hep devam edecektir.
         Hamd; Ramazanın Rabbına,
         Salat; Sevr de devrim yapanlara,
         Selam; Kur’an-îlere, Muhammedîlere, hayatını yeniden formatlayanlara ve bu dosdoğru istikamette yürüyenlere olsun…



23 Ramazan 1431
mus@bhy

Hiç yorum yok: