Bu söz bana ait değil tabi; pek çoğumuzun
vahiyle gerçek manada tanışmasına vesile olan bir yazara ait. O, içinde
bulunduğu ve gerçeklere kendini kapatmış, hatta çerçevesini kendi kafasında
çizdiği dini yaşarken, vahiyden alabildiğine uzaklaşmış, elinden geldiğince de
diğer insanların uzaklaşmasını sağlamış bir yığına ithafen söylemişti. Ali
Şeriati’ye ait olan bu söz, sert gibi görünse de aslında yerini bulan bir söz.
Ettiğimiz rahatsızlıklar dünyalık
olunca, o dünya ölçeğinde kendimize yer bulmakta zorlanırız, horlanırız ve
hatta dışlanırız. İnsanların dünya hayatlarının çok kısa olduğunu, bu sürecin çok çabuk geçerek, ebedi bir hayatın
olacağını söylediğiniz zaman, Dünyanın sefaletine nefsini terk etmiş olanlar, elbette
rahatsız olacaktır.
Eğer bizim dinimiz, bizim birbirimizi
kırmamıza, kınamamıza, arkamızdan konuşmamıza, arkadan vurmamıza,
kardeşlerimize haset etmemize, kardeşlerimizin gıybetini etmemize sebep ve
vesile oluyorsa, zaten bu dinin adı İslam olamaz ki!
Bizler, akl-ı selim insanlar, temelinde
SEVGİ olan, Kardeşlerin birbirlerine tebessümünü SADAKA sayan, kundakla - kefen
arasında geçen eylemlerimizi ve amellerimizi bu ölçüye göre formatlayan, bir
dinin müntesipleriyiz. Bu dinin Rabbı c.c, kulunun dünya hayatındaki ömrünü
rahat içerisinde geçirmesini istemez mi? Dünya ömürlerini, Kur’an-îleştirenler,
mücadelelerini Muhammedîleştirenler asla bu formattan rahatsız olmazlar.
Zulmün olduğu yerde, zalime adaletten
bahsedersen, zalim mutlak rahatsız olacaktır. Pek çoğumuz, namazsız, oruçsuz,
zekatsız bir ömür yaşayıp, Ahirette de Cennete gitmeyi isteriz. Bunun böyle
olamıyacağını, “hatta namaz kıldığımız halde, oruç tuttuğumuz halde, Zekatı
vermeden cennete girilemiyeceğini”, söylediğimiz de, zengin Müslüman bu durumdan
elbette rahatsız olacaktır. Bizim dinimizde asla grilik yoktur. Biz
nefislerimizi tek renkli bi dine terk
ettik elhamdülillah. Eğer bizim dinimizde grilik olduğu iddiasında isek,
sadece namazımızla, sadece orucumuzla, sadece Haccımızla Cennete gireceğimiz
iddiasında isek, o zaman belki bizim İslam’ı anlamamızda sorun var demektir! O
zaman kabul etmeliyiz ki, bizim algımız ve aklımız “hasta” olmuş demektir.
Hastaysak “deva” aramalıyızdır...
Peygamber s.a.v Efendimiz, hastalığı farketmese,
Hira’da ne işi vardı sanıyoruz? Bizim Hira’dan, hayatımıza taşıdığımız bir
hakikat arayışımız yoksa, İslam anlayışımız ve yaşantımız ne işe yarar
sanıyoruz? Efendimiz s.a.v Sevr Dağı’na çıkmış, Hira Mağarası’na girmişti.
(Arapça, Sevr; Devrim, Hira; Arayış demektir...) Düşünüyorum da, DAĞ gibi bir
devrim için, önce aramak, ağlamak, anlamaya çalışmak şart... İslam’ı, Hira’dan
hayatımıza transfer etmeliyiz, hayatımızı Sevr ile, Hira ile
formatlamalıyız. Bunu yapmalıyız, bunu yapamazsak rahtsızlıklarımız artarak
devam edecektir.
Allah’a inanan birisi için deva,
Allah’tadır, Allah’tandır.
Deva Kur’an’dır.
Kur’an en büyük şifadır.
Deva Kur’an’daysa, Kitab-ı Furkan’la
doğru bir tanışma, tefekkür-tezekkür ve tedebbür barındıran bir okuma gerekecektir.
Deva, Kur’an insanın rahatsızlığını
yok edecek, kişisel ve toplumsal
devrimdir.
Deva’mız İslam dır, Kur’an-dır,
Muhammed s.a.v’dir. Bu çözüm de bizim
iddiamızdır.
İddia’mızın bizatihi kendisi hem
kavlî-sözlü hem fiili-ameli duamızdır.
Dua’mız Davetimiz de olabilmelidir.
Bunların tamamı bizim Dava’mızdır!
İslam dan İnsanlığa sunduğumuz bir
deva’mız, iddia’mız, dua’mız, davet’imiz var elhamdülillah…
Yani davamız yoksa, bizler, ne kadar
iyi niyetli ve muhlis olursak olalım,
Anlamadan anlatamayız...
Bizim derdimiz anlatmak olmamalıdır
diye düşünüyorum...
Anlamadan anlatmak, anlama
ihanettir.
Ağlamadan anlamak, anladığını
sanmaktır.
Herşeyi birbirine bağlamadan
ağlamak, dini, sadece ‘deşarj’ için kullanmaktır.
Unutulan - örtülen sünnetlerin en büyüğü ve
önemlisi; Dünya hayatımızı Kur’an-ı Furkan
ile inşa etmemiz gerekmektedir…
Rahatsızlıktan bir an evvel kurtulmak
istiyorsak;
Hayatımızı Kur’an-îleştirmemiz,
Muhammedîleştirmemiz gerekmektedir.
Rahmetinden ve mağfiretinden faydalandığımız
umuduyla, sonuna yaklaştığımız, Ramazanı Şerifin, Orucuyla, İftarıyla,
Sahuruyla, Teravihiyle, çekilen tesbihatlarıyla, edilen dualarıyla, İlahi kata
açılan elleriyle, zikreden dilleriyle, hayatımızı yeniden formatlamaya mecburuz…
Değilse rahatsızlığımız hep devam edecektir.
Hamd; Ramazanın Rabbına,
Salat; Sevr de devrim yapanlara,
Selam; Kur’an-îlere, Muhammedîlere, hayatını
yeniden formatlayanlara ve bu dosdoğru istikamette yürüyenlere olsun…
23 Ramazan 1431
mus@bhy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder