Çilenin adının koyulduğu, mana bulduğu şehir,
Şayet
dile gelseydi taşı toprağı,
Kim
bilir, ne hüzünlü mısralar, ne gözyaşları akıtırdı sinesinden…
Hangi
rüzgar eser apansız?
Hangi
bulut gözyaşı misali damlatmadan kumlarını?
Hangi kuş
geçer selamsız?
Uğrak
veren rüzgarlar şöyle bir durulur,
Sakinleşir,
bekler, düşünürcesine…
Gönülleri
nasiplenmemişlerin baskısıyla ayrılırken Mekke’den,
Şöyle bir
ardına dönüp Kabe’ye bakmıştı ya,
Ve
demişti ya; Sekiz yıllık sürecek bir hasretin diliyle:
“Mekke!
Sen benim için bütün dünyadan daha kıymetlisin.
Ama Senin
insanların beni bu diyarlardan çıkarıyor.”
İşte, o
ayrılık hüznünün hala acısını hisseder Mekke.
Veysel
Karani’nin, çaresiz dönüşünü soluklar Mekke.
Resulün
yokluğunda, yetim kalışın ne demek olduğunu iyi bilir Mekke.
Ebrehe’nin
tehdidi dahi yaralamamıştı, Resulün yokluğu kadar Mekke’yi,
Hala ses
verir kayaları, günahsız kızların son çığlıklarını…
Sana
gelen her yürek hisseder Resulün adımlarını,
Issız bir
gece de, cehaletin çöreklendiği cahiliyyeye nispet,
Hira
Nur’dan fışkıran nura şahid olmuştun,
Vahyin
endişelendirdiği Resulün korkusuna,
Hatice’nin
teskinine, şahid
olmuştun,
Umutların son deminin yaşandığı bir anda,
Nübüvvet
güneşiyle yeniden ümitlenen yetimlere, günahsızlara, kimsesizlere…
Çölün
kavurucu sıcağına denk,
Cahiliyye
ateşiyle kavrulmuş yüreklere,
Rahmeti
Senin kadar var mıdır bekleyen?
Beklemenin
acısını Senin kadar bilen var mıdır alemde?
Doğum
sancısını mukaddes bilen, Senin kadar var mıdır?
Ne şanlısın
ki; Bağrın da büyüttüğün Nebî;
Ve Rahmet
misali kurumuş topraklara döndü,
Yaşadığın
13 senelik Resul özlemi, nasıl dağlamışsa kalbini,
Öyle
dağlıyor Mekke, yüreklerimizi.
Senin 13
senelik yetimliğini,
Biz 14
asırdır yaşıyoruz…
Her
dolunay çıktığında kaldırıyor başımızı,
Hep
Sevgiliye bakar gibi seyrediyoruz Nuru,
Tıpkı,
Kardeşin Medine’nin Hicrette baktığı gibi.
Esmez
misin şu garib asra doğru?
Nursuz
bulutlar çöktü ufkumuza,
Şefkat
dolu, teselli dolu,
Işık ol,
rehber ol karanlık yolumuza…
Densiz
elimiz ne kadar da aciz Seni yazmaktan.
Şu
günahkar dilin haddine mi Sen’den söz etmek.
Ne var
ki, küçük te olsa ümidim var Allah’tan,
Hacet mi
gayrı laf etmek.
Nasıl,
yemyeşil bağlar, bahçeler, kırlar varken,
Gelip
şereflendirdiysen kızgın çöl kumlarını,
Ve dilin,
günahımıza bakmadan; “Ümmetîm!” derken,
Cürmümüze
bakma, Ya Nebî! Sal şefkat kollarını…
Ne garip,
kimsesiz kaldık, onca kalabalıkta,
Hangi yöne
baksak bir el bulamadık,
Yalnız
gezen alemler dolaşıyor ortalıkta,
Kaybettik
yönü, yelkenimize yel bulamadık,
Takvimler
günleri şaşırdı,
Dumura
uğradı zaman, halsiz ve şaşkın,
Özü
gitti, tadı gitti kaybetti sayıları,
Mana ver ey Nebî!
Demandır Senin aşkın.
Artık
çocukları çoktan aştı,
Zulüm,
değil birkaç vatan,
Sensizliğin
girdabında tarumar oldular…
Sen
bizden gideli asırlar oldu,
Yazık ki,
gözlerimiz Sana hasret kapanacak,
Umudun
yüzü beklemekten nasırla doldu,
Yüreğimizde,
bir tutam sıcaklığın kalacak.
Günahımızın
sıcaklığı soğumamış henüz,
Pervasızca
kapana kaldık şu kafeste,
Dahası,
Selahaddin’in yurdu,
Bir buçuk
milyar mü’minin böğründe tıkandık,
Küffar,
can evimizden vurdu…
Duman
aramaya ne hacet, alevler içindeyiz,
Söndür Ya
Nebî! Tıpkı cahiliyyedeki gibi,
Bunca
hengamenin içinde yüzüne hasretiz,
Ensar’ın
bitmez aşkıyla, Medine’deki gibi,
Hani,
çocuklar Seni görünce, gözleri parlardı ya;
Gözümüzün
nuru söndü Ya Nebî!
Hicretinde
alev alev, vuslatı bekliyorlardı ya,
Nurunla,
aşkınla geliver…
Beklentilerimiz
de olman yetmiyor,
Bir
geliversen içimize, aşımıza, evimize,
Kayaboldu,
bir el ver şu nalan neslimize…
Çıkar
kavgasıyla tarumar oldu dünya,
Soluksuz
kalmış, gönlü püryan olmuş,
Tek dişi
kalmışlar, huzur getirecek güya,
Yok! Yok!
Ya Nebî! Mazi ve ati Sana tutulmuş…
Hayata
anlam veren kalplere yegane hikmet,
Yoluna
akıyoruz, Ya Nebî!
Artık
kalk ve diril Mekke,
Hasretin
vuslata döndüğü andır bu zaman,
Sevgililer
sevgilisi geliyor,
Çileyle
yoğrulmuş bağrına, Nübüvvet güneşi salan,
İnsanlığa
rahmet geliyor,
Hz
Muhammed geliyor, s.a.v
Senin
fethinle, fetholunsun yürekler,
Sen de
bulsun vicdanı, yürekler…
Seninle
açılsın yıllardır kapalı gözler,
Seninle
işitsin, Gazze’nin çığlıklarını kulaklar,
Senin
fethinle soluk bulsun göğüsler,
Fethinle
huzur bulsun, daralmış kalpler,
Dinmez yaralara,
derman olsun gelişin,
Solusun
iman göğüsleri, Asrı Saadetin Nübüvvet iklimini,
Fethinin
hatırına yıkıldığında hesabını vermeyeceğimiz,
Ebreheler
tükenmez elbet,
Hamzaların
tükenmeyeceği gibi…
Tükenmiş
yüreklerin kirlettiği topraklar,
Kabe’nin
taşlarını yaşartıyor,
Ümmetin
hesabı kabarıyor Mekke…
Fethin,
Ümmete dokunuş olsun Mekke.
Fethin,
tarihe değil, hayatlara kazınsın Mekke…