Translate

9 Ekim 2013 Çarşamba

BÜYÜK FOTOĞRAF…

Yeryüzü insanlığı,  ilk insan ve ilk Peygamber Adem a.s ile başlayan ‘Hak ile Batıl’, ‘İman ile Küfür’, aydınlık ile karanlığın mücadelesine şahitlik etmiştir ve bu mücadele kıyamete dek devam edecek.
İman tarafında  yer alan insanlık, gücünü ve kuvvetini Hak’tan alarak, Hakkın ilahi nizamını hakim kılabilmenin mücadelesini verenlerden oluşmaktadır.
Batıl ya da küfür ise; Allah’ı ve Allah’tan gelen nizamı, Allah’ın yeryüzünde insanlık tarafından bizzat yaşanmasını istediği düzeni kabul etmeyen beşeriyet, ‘küfür’ tarafını oluşturmaktadır.
İman edenler, Allah’tan gelenlerle yolunu ve yönünü belirleyerek mücadelesini ortaya koymuş, Küfredenler de ‘iman ehli’ insanlığın yolunu ve yönünü değiştirebilmek, onları yollarından sapıtabilmek için var olmuşlardır.
Asırladır yeryüzü insanlığının çektiği sancıların, döktüğü gözyaşlarının da sebebi, küfür ve batılın, iman ve Hakk’a karşı galip gelme mücadelesidir. Zamanın hangi diliminde galip geldiklerini ilan ettilerse asıl kaybedenin küfür cephesi olduğunu, planlarının bozulduğunu tarih sayfaları bizlere göstermektedir.
Bu topraklarda 1000 yıl süren mücadelenin amaç ve gayesini anlamadan, bu gün olanları anlamamız mümkün değildir. Bu vesileyle parçaları, planları, yapılanları,  fotoğrafları bir araya getirip asıl büyük fotoğrafı görebilmek, planlanan ve oynanan büyük oyunu görmek durumundayız.
Dünyanın efendileri veya Küfür cephesi ya da  Küresel çete; Bu efendiler, yeryüzünde sömürdükleri toprakları özgürleştirme(!) projeleriyle, o toprakların insanlarına götürdükleri Demokrasi(!) yalanlarıyla, medeni olamamış topraklara Medeniyyet(!) ihracıyla meşhurdurlar. O ülkeler de kurdukları sömürü düzeninin keyfini sürmek için, bölge insanı ölümün gölgesinde prangalı hayatın ve köleliğin zilletini yaşaması gerekmektedir. Bu hep böyle olmuştur. Emperyal hedeflerine de,  her dünya devletinin içerisine gizledikleri, görünmeyen ama çok etkili olan ‘derin devletleri’yle ulaşırlar. Bu derin devletleri asla görünmez ama çok etkili gücü vardır. Küresel çete dünya devletlerini de, görünmeyen ama çok etkili ‘derin devletleriyle’ idare ederler.
Dünyanın yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömüren, Dünyanın petrol, gaz ve enerjisini tekelinde bulunduran 10 Musevi-Yahudi ailesinden oluşan bu egemenler, kendilerini efendi olarak,  insanlığı da kendilerine hizmet eden köleler olarak görürler. Bu efendilerin yeryüzünde hemen her ülkede kendileri adına tetikçilik yapacak aileleri vardır. Bu tetikçiler, bulundukları ülkelerde efendileri için, iktidarları değiştirirler, ekonomileri batırırlar, ülke insanını kamplara bölerler, darbelerle, balyozlarla, tencere ve tavalarla seçilmiş hükümetleri düşürürler, her türlü anti demokratik ayaklanmaları organize ederler, demokrasi oyunuyla oynamaya devam ederler. Yeryüzünde parayla ilgili, ekonomiyle ilgili, tüm sistemler, bankalar, bankerler ve borsalar bu ailelerin kontrolündedir. Parayla ilgili son kararları hep bu 10 musevi ailesi verir. Asırlardır böyle başladılar, böyle devam etmekteler. Büyük Osmanlı İmparatorluğu’nu da bu efendilerin plan ve projeleri ile yıkmışlardır.
Cihan devleti Büyük Osmanlı İmparatorluğu kurulmadan önce, bu toprakların insanları aynen günümüzdeki gibi parça parça edilmiş, insanlığı kendilerine köle yapmak isteyen küfür cephesi tarafından küçük beylikler yapılarak ufak lokmalar halindeydi. Güçlü olanın zayıf olanı ezdiği, zulmün zirvede olduğu topraklardı. 1299 yılında Osmanlı beyliği, büyük gövdenin küçük parçalarını birleştirip Osmanlı İmparatorluğunu kurdu. Osmanlı beyliği, kurduğu imparatorluğunu ‘adalet’ üzerine kurmuştur. Zulme uğrayanın dinine bakmadan, zulmün kol gezdiği her toprak parçasına adalet götürmüştür. Küfür ve küresel güce karşı verilen mücadeleyle, fetihlerle, yapılan seferlerle insanlığın nefes alması sağlanmış, sömürü ve ezilmişlik altında inleyen mazlum milletler, huzur ve mutluluğu tatmış, kavga etmeden, kargaşa çıkarmadan, ‘şu cu bu cu’ olmadan aynı sofrada aynı lokmayı bölüşerek esenlik içerisinde 600 yıl yaşamışlardır.
Küfür ve küresel baronlar, bu gün olduğu gibi o gün de barışın ve kardeşliğin ortadan kalkması için her yolu denemişler, Büyük Osmanlı İmparatorluğunu yıkabilmek, dağıtabilmek için tezgah üstüne tezgah kurarak, büyük tuzaklar ve planlarla adaletin ortadan kalkması ve imparatorluğun yıkılabilmesi ve dağıtılması için üç sahada tezgahlarını hayata geçirmenin çabasında oldular...
-İngilizlerin Rusları kışkırtması neticesinde, Osmanlıyı Kırım savaşına sokarak 12 gemilik Osmanlı filosunu batırmak suretiyle savaşa sokmak.
-Kırım savaşından sonra, kendilerine borçlandırmak suretiyle Osmanlının ekonomisini ve maliyesini çökertmek. Bunun için özel departmanlar oluşturmak suretiyle Osmanlıyı dış borçlanmaya ikna etmek.
O günlerden bir derkenar;
Osmanlı İmparatorluğunu borçlandırmakla görevlendiren İngiliz diplomat David Urquhart der ki : "Osmanlı Devleti'ni borçlandırma görevi bana verildi. İngiliz sermayedarlarının bana verdiği talimat şu şekildeydi: ‘Mutlak surette İstanbul'a git ve sana teklif ettiğimiz borçları, Osmanlı yöneticilerine kabul ettir!..’ İstanbul'a geldim. O gün, maliyeden sorumlu olan nazır Akif Paşa idi. Ben, çok ısrar ettim ; Kendilerine dış borç vermek istediğimizi söyledim. Akif Paşa bana dedi ki : ‘Ben, böyle tarihi ve milli bir felaket karşısında, sizin uzattığınız borcu almayacağım. Ben, halkıma müracaat edeceğim, halkımdan fedakarlık isteyeceğim; ama size borçlanmayacağım. Ben, halkımın etiyle, dişiyle, tırnağıyla kazandığı paraları size faiz olarak ödeyemem. Benim dinim, benden sonraki nesilleri borçlandırmayı men etmiştir’, dedi ve kesin bir dille reddetti."
-Bu tezgahların üçüncü ayağı olarak; 1789 Fransız ihtilaliyle başlattıkları milliyetçilik ve ırkçılık akımlarıyla, adına ‘Cumhuriyet’ dedikleri tuzak ve tezgahları planlayıp, Cumhuriyetin faziletleriyle, Büyük Osmanlı İmparatorluğunu geçmişten koparmanın temellerini attılar. Fransa’da yapılan ihtilalle, Osmanlının bürokrasisinde bulunan tüm vatanseverleri tasfiye ettiler, onların yerlerine, içimizden seçtikleri hainleri yerleştirdiler. Kurdukları fırkalarla, İlan ettikleri fermanlarla, yaptıkları savaşlarla, anlaşmalarla Cihan devleti İmparatorluğu parçalamak için, hem iç politikada hem de dış politikada tüm etkinliği ellerine geçirmiş küresel güçler, nüfuzlarını genişletebilmek adına siyasi, askeri ve ekonomik güce ulaşmak için ittifaklar oluşturmuşlardı.
Küresel çetenin tüm planları şuydu, istiyorlardı ki; “Bu toprakları, bu toprakların gerçek sahipleri yönetmesin, bu toprakların evlatları idarede yer almasın…” Yani “bu toprakları biz idare edelim, bu toprakların evlatları da bizlere köle olsun…”, istenen tamda buydu… İşte son 100 yılda bu topraklarda verilen mücadelenin asıl sebebi de budur.
                Büyük Osmanlı İmparatorluğu küresel güçler tarafından yıkıldıktan bu güne kadar coğrafyada kan ve göz yaşı hiç eksik olmadı. Küfür cephesinin saltanatı uğruna kanlar dökülmeye, canlar verilmeye devam etti. Tarih boyunca bu topraklar, küfür ve küresel güçlerin operasyonlarına zamanın her anında şahit olmuştur.
İmparatorluğun çöküş ve yıkılışını takip eden zaman diliminde, İmparatorluğun son Sultanı Ulu Hakan Abdulhamit Han ks, küfür ve küresel cephenin, ‘İsrail devleti için toprak’ talebine; 'Ben İslam topraklarının bir karışını vermem' cevabından sonra ‘Kızıl Sultan’ ilan edilmesi ve küfür cephesinin tetikçileri üç Yahudi dönmesi tarafından tahttan indirilip, Selanik’te bir yahudinin evinde sürgün hayatı yaşatılmasıyla da bedel ödettirilmiş. Akabinde Hanedanında bu topraklardan kovulmasıyla büyük yıkılış ve yok oluş neticelenmiş oldu.
Son 500 yılın en büyük devlet ve siyaset adamı Ulu Hakan Abdulhamit Han’ın ‘Kızıl Sultan’ olduğunu ispat edebilmek için, yalanlarla, korkularla, ezberlerle eğitim sistemleri oluşturdular, yalanlardan oluşan bir tarih yazdılar ve o günden bu güne bu topraklarda basın ve medya bunun için var oldu.
Cihan devleti büyük Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışıyla kaybeden bu toprakların evlatları, kazanan ise küresel efendiler olmuştur. Küresel Efendiler bu topraklardan kazandıklarını kaybetmemek adına, ellerini, güçlerini birleştirip ve tetikçilerini bu topraklardan hiçbir zaman çekmemişlerdir.
İmparatorluğun yıkılışından hemen sonra Osmanlıdan kalan bakıye toprakları, ellerine cetvellerini alarak bu Coğrafyaya nizam vermeye başladılar. Koca İmparatorluğun üç kıtaya yayılmış 20 milyon metre karelik toprak parçasından sınırları cetvelle çizilen onlarca devletçikler oluşturdular. Operasyonda ilk yapılması gerekende buydu. Oluşturdukları devletlerin idarecileri de 100 yıldır hep küresel efendilerin icazet verdikleri ‘lider’(!)lerden oluşmaktaydı. Onların asıl hedefleri bu topraklardı. Asırlardır bu coğrafyanın yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürmek, topraklar üzerinde yaşayan insanları da kendilerine köle yapmaktı.
Dağıtılmış bir imparatorluğun topraklarını parçaladıktan sonra, dinlerinden uzaklaştırmak, milletini de bölmek, sömürü fark edilemesin diye aç bırakmak için tüm planlarını ortaya koydular. Bu milletin başına bir lider lazımdı. Küresel efendiler, bu milletin kendi liderini kendisinin seçmesine izin veremezdi, bu millete ‘Lider’ tayin edebilmek için ‘Kurtuluş Savaş’ını başlattılar. Milletimiz savaşın galibi olduğu halde, ‘zafer’in karşılığında nelerden kurtulduğunu, kazanılan zaferin ardından yaşananların milletimizden neler götürdüğünü, zaferin nelere mal olduğunu 1950 yılına kadar fark edemedi.
Kurtuluş zaferinden sonra milletimizin din, vatan ve namus anlayışları değiştirildi. Bunun için büyük(!) devrimler yapıldı. Küresel efendiler, Kurtuluş Savaşından sonra savaşın galibi bir milletin temsilcilerini 1923’te Lozan’da masaya oturttular. Asıl hedefleri, bu milletin yüreğindeki imanıydı, inandıkları dinleri idi. Lozan’da masanın bi tarafında İsmet İnönü, karşı tarafında İngiliz Temsilcisi Lord Gürzon oturmaktaydı. Masanın yan tarafında Hayim Nahum namındaki Yahudi Hahambaşının hakemliğinde Lozan Atlaşması imzalandı. Lozan masasında taraflar için en önemli meselenin, bu milletin inandığı dini İslam olduğunu, İngiliz heyetinin reisi Lord Gürzon tarafından gündeme getirilen;  ‘Türkiye İslamî alâkasını ve İslamı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz’ şeklindeki arzusundan anlıyoruz. İsmet İnönü’nün de Hayim Nahum tarafından ikna edilmesiyle Lozan imzalanmış oldu. Yani bu milletin dini İslam’la arasının açılması, Kur’an-ı terk etmesi Lozan Antlaşmasıyla başlamış oldu.
26 Temmuz 1923 Lozan antlaşmasının üzerinden 6 aylık bir zaman geçtikten sonra, Lozan’da alınan kararların hayata geçirilmesi gerekmekteydi. İlk adım olarak, Lozan’da Hayim Nahum tarafından ikna edilen İsmet İnönü’nün; ‘Hilafetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye’de devamına müsaade edilmeyip derhal kaldırılması’ gerektiği fikri tamamıyla benimsenmiş olduğundan 3 Mart 1924’ten itibaren bu topraklarda Halifelik kaldırıldı, ümmetin başı koparıldı. Alfabe değiştirildi. İslamın eğitim fakulteleri medreseler kapatıldı. 20 yıl Kur’an eğitimi yasaklandı. 18 yıl Ezan yasaklandı, ‘Allah-u Ekber’ yerine ‘Tanrı Uludur’ diye okutturuldu. İslamın kılık ve kıyafetleri yasaklandı. Devrimleri kabullenmeyen Müslüman alimler asıldı. Köy köy bohça içerisinde başörtüsü satan Şalcı Bacı namında Anadolu kadını, Erzurum’un ortasında Kılık-kıyafet devrimine muhalefetten dolayı asıldı. Yapılan devrimlerle bu topraklarda devrim adına insanda, insanlıkta öldürüldü. Artık yeni Cumhuriyetin bekası için saha temiz hale getirilmiştir. 1950’ye kadar bu millete zifiri karanlık bir hayat yaşatıldı.
14 Mayıs 1950 Demokrat Parti iktidarıyla milletimiz birazcıkta olsa nefes almanın bahtiyarlığını yaşadı. Merhum Adnan Menderes Başbakan olarak yaptığı ilk icraatı, 18 yıl boyunca bu topraklarda ‘Tanrı Uludur’ diye okutturulan Ezanı, aslına çevirerek ‘Allah-u Ekber’ olarak okutturmasıdır. Bunun bedelini de küresel efendilerin yaptığı 27 Mayıs 1960 darbesiyle iktidardan düşürülerek, 17 Eylül 1961 de idam edilmesiyle ödettirmişlerdir.
Yeniden bu ülkenin ve bu milletin yönünü değiştirmek için, bu ülkeyi ve bu milleti, bu milletin gerçek sahipleri yönetmelidir diyerek yola çıkan Prof.Dr. Necmettin Erbakan, 1969 yılında ‘Bismillah’ diyerek siyasete ilk adımını atıyordu. Siyasetteki durduğu yer, verdiği mesajlar küresel efendileri hep korkutmuştur. Siyasetini ‘Milli bir Görüş’ün üzerine inşa eden, küresel çetenin sömürüsünü durduracak Adil Ekonomik Düzeni dünyanın gündemine sunan, ‘Önce Ahlak ve Maneviyat’ ve ‘Ağır Sanayii’ hamleleriyle yeryüzünün efendilerine meydan okuyan Merhum Erbakan, 40 yıl boyunca siyaset yaptığı bu topraklarda, küresel baronlar tarafından hep engellenen siyasetçi olmuştur.  Merhum Erbakan, 40 yıllık siyasi ömrü boyunca, askeri ve sivil darbelere muhatap olmuş, kurduğu Milli Nizam, Milli Selamet, Refah ve Fazilet Partileri kapatılmış, siyasi hayatının yarısı yasaklar ve sürgünlerle geçmiştir. 1995 genel seçimlerinde %22 oy alarak 1.parti olmasına rağmen, küresel efendilerin gül hatırları için önce hükümeti kurma görevi verilmemiş, seçimlerden 6 ay sonra 30 Haziran 1996 tarihinde 54. hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir. Merhum Erbakan’ın Başbakan olarak görev aldığı hükümetin ilk icraatı, bu milletin parasını küresel çeteye değil, bu milletin kendisine vermek adına kurduğu, ‘Havuz’ sistemiyle, küresel çetenin içerdeki uzantılarını karşısına almaya yetmişti. Kavga başlamıştı artık. Küresel çete var gücüyle saldırıya geçti. Milletin sırtından yıllarca keyif süren paranın efendileri, askeri ve sivil bürokrasiyi de yanlarına alarak taarruz başlattılar. Ekonomik göstergeler milletin lehine olmasına rağmen, rakamlar bunu ispat ettiği halde, küresel baronlar dışarıdan aldıkları kripto talimat ve telkinlerle ‘Refah-yol’ hükümetini düşürmenin yollarını aradılar. Tezgahladıkları tüm oyunları sahneye koydular, tiyatro ve tuluatlarla sergiledikleri oyunlarla, milletin bir kısmının da eline tencere-tava vererek, ancak 11  ay iktidarda kalan ‘Refah-Yol’ hükümetini düşürdüler. Hemen arakasından küresel güçlerin talimatıyla kurulan 55. Hükümet, iki yıllık iktidarları süresince, kendilerini iktidara getiren efendilerine diyet için, 22 bankanın içini boşaltarak, bu milletin 242 milyar dolarını küresel efendilerin cebine doldurdular.
Refah-Yol hükümeti düştükten sonra, Kasım 2002 ye kadar bu millet yeniden küresel efendilerin tayin ettiği liderler tarafından yönetildi. Ekonomik krizler, eylemler, protestolarla geçen 5 yıllık zaman da, Küresel efendiler keyiflerini sürmeye devam etmiş ancak işsizlik ve yoksulluk, yüksek enflasyon ve geçim sıkıntısı milletimizi dar boğazlara sokmuş, insanımızı intiharlara kadar sürüklemiştir.
Ülkemiz ve milletimiz bir çıkmazı yaşarken, dar boğazlardan bir çıkış yolu ararken, 14 Ağustos 2001 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Ak Parti kuruldu. 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerde %34 oy alarak iktidara geldi. Ama partisi iktidarda olan bir Genel Başkan, Başbakan olamamıştı. Adına 28 Şubat ‘Post Modern Darbe’ dedikleri karanlık günlerde, ‘şiir’ okuduğu gerekçesiyle yargılanmış ve mahkum edilmiş olan Recep Tayyip Erdoğan, küresel efendiler tarafından siyaset sahnesine sokulmak istenmiyordu.  Sayın Erdoğan’a siyaset yasağı getiren güçlerde bu durumu savunamıyorlardı. Neticede, ‘Partisi iktidar olan bir Genel Başkan, Başbakan olmalıdır’ diyerek, yapılan değişiklikle Recep Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlık yoluda açılmış oldu.
Dünya devleti Büyük Osmanlı İmparatorluğunu 600 yıl ayakta tutan ‘Adalet’ siyaseti, 1950-1960 arası Merhum Menderes’le devam etmiş, 1969-1997 arası Merhum Erbakan’ın ‘Adil düzeniyle’ milletin gönlünde karşılık bulmuş  ve nihayet 2003’te Sayın Erdoğan’ın ‘Adalet ve Kalkınmasıyla’ yeniden iktidara gelmiştir. Sayın Erdoğan’ın bayrağı devralması, yeryüzü mazlumlarının sevincine vesile olurken, küresel efendilerin de planlarını değiştirmesine ve yeni proje çalışmaları yapmalarına vesile olmuştur.
Başbakan Erdoğan küresel efendilerin gücünü kırmak, bu vesileyle ülkemizin ve milletimizi ayağındaki prangalarından kurtarmak için başlattığı çözüm sürecine, açılımlarına, çalıştaylarına, küresel efendiler, Ergenekon, Balyoz, Sarıkız ve Ay ışığı gibi darbe planlarıyla karşılık verdiler. Sayın Başbakan tarafından oyunları bozulup, yapılan darbe planlarının başlarına geçmesiyle beklide tarihin en büyük mağlubiyetini de almış oldular.
Recep Tayyip Erdoğan, 10 yıl içerisinde 1850’lerden bu güne bu topraklarda küresel efendilerin akıllarıyla şekillenen tüm planların gizli kodlarını kırdı. 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumuyla da sahayı temizleyip 100 yıllık ezberleri bozdu. ‘Hedef 2023’ yol haritasıyla Yeniden Büyük Türkiye’nin kuruluyor olduğunun müjdesini verdi. Artık bundan böyle bu toprakları yeniden bu toprakların sahipleri yönetecekti. Yolu uzundu ama emin adımlarla yürüyordu. Bu hal elbette dışarıdaki küresel efendileri, içerdeki taşeronları kudurtuyordu. Bir şeyler yapmaları lazımdı. 2003’teTürkiye’nin yıllık bütçesinin %73’ü dış borç faiz ödemesine giderken, 2013’te bu oran %13’e gerilemiş, Türkiye büyümede AB ülkelerini geride bırakmış, ülke baştan başa yeniden elden geçirilmiş, duble yollarıyla, yeni yeni tesisleriyle ‘Yeniden Büyük Türkiye’ olma yolunda iddiasını tüm dünyaya haykırmış, kendi uydusunu yapmış uzaya göndermiş,  Türkiye’nin IMF’e borcu sıfırlanmış, İstanbul’a yapılacak Kanal İstanbul, Uluslararası 3. Hava limanı ve 3.Köprü ile küresel efendilerin hesaplarının bozulmasına ve çılgına dönmelerine yetmişti.
En son açılan ‘Demokratikleşme Paketi’yle, Devletiyle milletinin arasındaki büyük duvarları da kaldırarak 2023’e doğru yol alırken, devletin milletiyle barışması adına büyük adımlarından birisini daha atmış oldu. 
Küresel efendiler bu topraklarda, böylesi durumlara alışık olmadıklarından dolayı kaybetmeyi hiç yaşamadılar, hep galip gelen taraftaydılar. 100 yıllık sürdürdükleri sefayı bitirmek istemiyorlardı. İstiyorlar ki, bu düzen ilanihaye böyle devam etsin. ‘Millet çalışsın biz yiyelim’ arzusundaydılar. Bu milletin parasına sahip çıkmak adına ‘bu milletin alın terini küresel çeteye yedirmeyeceğini’ yeryüzünün efendilerine ilan eden Sayın Başbakan, içerden ve dışarıdan saldırıların da hedefi oluyordu. Küresel efendiler, ‘Gezi Saldırısıyla’ ayaklanmanın ilk startını verdiler. 20 gün boyunca içerdeki taşeronları vasıtasıyla ayaklanmayı ‘özgürlük(!) talebi’ olarak ambalajladılar. Özgürlük adına yaktılar yıktılar, vandallık diz boyu idi. Tencere tavadan da sonuç alamayanlar, Sayın Başbakan’ı ‘Diktatör’ ilan ederek eylemlerine ara verdiler.
Dünyanın efendileri bu topraklarda 3 sahada tezgah kurdular…
Önce ‘vatan elden gidiyor’ diyerek tezgah açtılar. Tutmayınca ‘Laiklik elden gidiyor’ tezgahıyla milletin karşısına çıktılar. Son olarak ta Başbakan Erdoğan için ‘Diktatör’ yalanıyla ayaklandılar…
2010 Anayasa Referandumundan sonra bu ülkede atılan adımlar hep millet lehine olmuştur. Sayın Başbakan tarafından milletimizin nefes alması için yapılan her hayırlı hizmet, Allah’ın rızasını kazanmasına, milletimizin de duasını almasına vesile oluyor. Atılan adımlar, açılan paketler, her gün biraz daha ‘Yeniden Büyük Türkiye’ hedefine doğru götürüyor bizleri.
Osmanlı yıkılıp yerine kurulan Cumhuriyetin ilk yıllarında milletimiz arasında atılan ayrılık tohumları, ‘Yeniden Büyük Türkiye’ kurulmasın diye atılmıştı. Şu cu olduk, bu cu olduk 80 yıl savrulduk, millet olarak biz kaybettik, küresel efendiler kazandı. Türk olduk, Kürt olduk, 30 yıl bizim canımız yandı, milyarlarca dolarımız küresel efendilere gitti.  Artık tüm ezberler bozuldu. 100 yıllık geçmişin tüm planları, 10 yıllık mücadeleyle tarihin çöp sepetine atılmıştır.
Ülkemizin ve milletimizin 2010 Referandumundan sonra girdiği yol, ‘Yeniden Büyük Türkiye’ yoludur. Ülkemizde 2014 yılı içerisinde yapılacak Yerel seçimler ve hemen ardından Cumhurbaşkanlığı seçimi bir neticeyi ortaya koyacaktır. Bu iki seçimde ya milletimizin dediği olacak, ya da 100 yıldır olduğu gibi küresel baronların, küresel efendilerin ve küresel çetenin dediği olacak. Bu milletin dediği olmalı ki,  100 yıllık küresel efendilerin iktidarı bitsin ve Osmanlının intikamı da alınmış olsun.
İçerden ve dışarıdan hangi planlarla gelirlerse gelsinler, hangi ayaklanmalarla gelirlerse gelsinler, bu defa kazanan küresel efendiler değil milletimiz olacaktır. Böylece 2014 seçimleriyle 100 yıllık kaybedişin rövanşı da alınmış olacak. Bu topraklarda 100 yıl evvel kurdukları tezgahları da 2014 seçimleriyle dağıtılmış olacak. Küresel çeteye son öldürücü vuruş, 2014’te yapılacak iki seçimde milletimiz tarafından vurulacak iki tokatla gerçekleşecektir. Ve 2023 hedefiyle, bu topraklarda ‘Yeniden Büyük Türkiye’nin’ kurulmasını da hiçbir ‘ulusal cephe’ engelleyemeyecektir.
Küresel efendiler 100 yıl evvel yıktıkları İmparatorluğun yerine planladıkları ‘Büyük Ortadoğu Projesinin, 100 yıllık çekilen çileden sonra, yeniden ‘Büyük Osmanlı Projesine’ dönüşmesine hiçbir egemen güç engel olamayacaktır. 
10 yıldır bu topraklarda 'Yeniden Büyük Türkiye' inşa ediliyor...
2023 yılı da, Büyük Osmanlı Projesinin dünyanın efendilerine ilan edileceği yıl olarak tarihteki yerini alacaktır…


09 Ekim 2013
mus@bhy

Hiç yorum yok: