İndirilen din; ilk
insan ve Peygamber Hz Adem as’dan başlayarak Peygamberleri vasıtasıyla
indirilen, en son Peygamber Hz Muhammed Mustafa s.a.v Efendimize indirilmiş,
hükümleri Allah’tan Peygamberlerine bildirilmiş, Hudutları Kur’an ayetleri ile
çizilmiş, tüm dayanağı Kur’an ve Sünnetle delillendirilmiş ve amellendirilmiş,
eksiksiz bir şekilde insanlığı nizama sokacak, insanlığın sıkıntılarına çare
olacak, emir ve yasaklarla insanlığın nefes almasını sağlayacak dosdoğru bir
yoldur.
Uydurulan din; Son Peygamber Hz Muhammed Mustafa s.a.v Efendimiz’in vefatıyla geriye dönülen,
yeniden cahiliye dönemindeki sefalete dönüşle girilen yoldur.
İnsanlığı, yaşadığı karanlıklarından
aydınlığa çıkaracak yol Kur’an yoludur,
İnsanlık için en şerefli yol, Peygamber yoludur,
Bu yolda yürüyenler, yürüdükleri yol boyunca
gücünü ve kuvvetini, onurunu ve şerefini Kur’an-la alır.
Kur’anın hükümlerini
hayatının merkezine yerleştiren kul için, üzüntü ve tasa yoktur. Açlık ve
sefalet yoktur. Onlar için yeryüzünde gam ve keder yoktur.
Allah cc, Kur’an da ‘Sem’inâ ve ata’nâ’
buyurduktan sonra, kullar için duyduklarına itaat etmekten başka yol yoktur.
İtaat; amelle
mümkündür.
İtaat; çizilen
sınırları aşmamakla mümkündür.
İtaat; emirleri
harfiyyen yerine getirmek, yasaklardan da ateşten kaçar gibi kaçmakla
mümkündür.
İndirilen dinin
kitabı, Kur’an-da çaresizlik yoktur.
Kur’an-da çelişki
yoktur.
Kur’an-da mantık
hatası bulamazsınız.
Kur’an-da gericilik
yoktur.
Kur’an-da eksiklik
yoktur.
Bu mukaddimeden
sonra, asrımızın müslümanlarının yaşadıkları hayatlarını iki cümle ile
özetlemek durumundayız.
Asrımızdaki
Müslümanların hayatları, İndirilen din ile, Uydurulan din arasında sıkışmıştır.
Ya da, Kur’an ile Nefis arasında sıkışık bi hayatı yaşamaya mecbur
edilmişlerdir…
Zira, Kur’an-ın
ayetlerine itiraz etmeden iman eden kulların, Sosyal hayatlarında imanlarını
amelleriyle ispat etme noktasında hep sınıfta kalmışlardır. Hep Kur’an-a göre
değil, uydukları nefislerine göre bi hayatı yaşar hale geldiklerini amelleriyle
ispat etmişlerdir. Düştükleri yanılgı, İcmali imanın kendilerine yeteceğini,
Tafsili olarak nefsi ve beşeri sistemlere iman ederek kurtulacaklarını
sanmalarıdır.
Temelde Kur’an
ayetleriyle hudutları çizilen ‘indirilen dine’ iman edildi, pratikte her bir
kul kimisi hocasının yoluna, kimisi servetlerinin yoluna, kimisi şehvetlerinin
yoluna, kimisi de makamlarının götürdüğü yöne giderek ‘uydurulan dinin’ yoluna
gittiler. Nasıl ikna oldularda, Kur’an-ın ayetlerine iman edip, sonrada
nefislerinin peşinde sürüklendiler.
Kur’an ayetlerini ya
ömrünüzün tam merkezine alarak, Allah’ın Peygamberine indirdiği dine, ciddiye
alarak hayatınızın her anında teslim olacaksınız, yada önemsemeyip; ‘hayat,
dünya hayatından ibarettir, Ahiretteki hesabın çok bi önemi yok' diyerek, dünya hayatını
kendi nefislerinden uydurdukları plan ve prensiplere göre tanzim ederek,
‘İndirilen din ile, Uydurulan din arasında’ sıkışmış, Kur’an-dan firar edip
kaçak bi dünya hayatı yaşayacaksınız.
Ne tam ciddiye
aldılar, ne de hepten inkar ettiler…
Kur’an-ın
ifadesiyle; ‘müzebzebîne beyne zalik’ bi o tarafa, bi bu tarafa gidip geldiler.
Ya da; Ömer
Hayyam’ın ifadesiyle;
“Bir elde kadeh, bir
elde Kuran;
Bir helaldir işimiz,
bir haram.
Şu yarım yamalak
dünyada,
Ne tam kafiriz, ne
tam müslüman!”
Ne tam Kur’an daki
tarif edildiği şekilde Müslüman olabildik, ne de İslam’dan vazgeçebildik…
Efendiler!
Kur’an; insanın
dünya hayatına şekil veren tek kaynaktır.
Kur’an; insanın
dünya hayatındaki tüm düzensizlikleri düzene sokan tek kitaptır.
Kur’an; yeryüzü
insanlığının ızdıraplarına tek çaredir.
Kur’ansız bi hayatı
yaşayan, Allah’a kafa tutarak hayatlarını nizama sokmaya kalkan insanlık, tarihin hiçbir döneminde, arzu
ettikleri hayatları yaşayamamışlardır.
İnsanlığın huzurunu
kaçıran her türlü pespayelik cahiliye döneminde de mevcuttu. Cahilliyye
döneminin insanlığa vadettiği bi umut olmadığı, insanlık kölelikten,
çaresizlikten ve maruz kaldığı sıkıntılarından bi çıkış yolu bulamadığı için,
insanlık bir yudum aydınlık hasreti, özgürlük hasreti çekerken, tam da
karanlıklar ortasında kaybolan insanlığı, İslam dini ile aydınlığa çıkarmak
için indirilmiştir İslam. İndirilen dinin Peygamberi, Hz Muhammed Mustafa s.a.v Efendimiz'in 63 yıllık şerefli ömrü de hep bu
karanlıklarla mücadeleyle geçmiştir.
indirilen din; Her
türlü onursuzluğu, her türlü şerefsizliği ortadan kaldırmak için indirilmiştir.
İndirilen din; köle
Bilal’in özgürlüğü için indirilmiştir.
O Bilal ki,
'uydurulan dine' değil, 'indirilen dine' intisab etmiş olmanın ağır bedellerini
göbeğinin tam ortasına konan taşın ağırlığıyla ödemiş, Ebu Cehil kafirlerinin
her türlü rüşvetlerine, 'ehad, ehad'
haykırışıyla mukabele etmiş, neticesinde, uydurulan dine köle olmayı reddetmiş,
İndirilen dinin en şerefli makamına yükselmiştir.
Peygamber s.a.v
Efendimize teklif edilen, makam rüşvetlerini, servet rüşvetlerini, şehvet
rüşvetlerini; ‘Bi elime güneşi, öteki elime ayı verseniz, asla davamdan
vazgeçmem’ buyurarak reddetmesi karşısında, O’nun can ümmeti bi makama geldikten sonra,
rüşvetin her çeşidini mübah görebilmesi, servetin hak edilmişliğini yada
edilmemişliğini gözetmeden dünyalık servetine teslim olması, o servete
ulaşabilmek için ‘indirilen dinin’ hükümlerini bi çırpıda iptal edip, nefsinden
‘uydurduğu dinin’ gereği olarak hak edilmemiş servetine servet eklemesi, makam,
servet ve şehvetin yaşattığı sefaletin ardından, Ahirette makam, servet ve
şehvet rüşvetini almayan Peygamberin yüzüne nasıl bakacaktır.
Kur’an-da; “Namaz,
insanı kötülükten ve hayasızlıktan alıkor” Ankebut - 45 buyrulmakta…
‘Namaz kılan insan,
kötülük yapamaz’
‘Namaz kılan
müslüman, hayasızlık yapamaz’
‘Namaz kılan
Müslüman, fuhşiyatın içinde bulunamaz’
‘Namaz kılan mü’min,
makamına, servetine ve şehvetine teslim olamaz’
Rüşvet alamaz,
ihaleye fesat karıştıramaz buyurduğu halde Allah cc,
Namaz kılan
müslümanlar hangi gücüne güvenerek yollarını ve yönlerini değiştirirler?,
Namaz kılan insan;
Camiye gittiği, namazını kıldığı halde,
Orucunu tutup,
sadakasını ve zekatını verdiği halde,
Sakalını bıraktığı,
günlük tesbihatını çektiği halde,
Ömründe sayısız Umre
ziyareti yapıp, defalarca Hac ziyareti yaptığı halde,
O namaz kılan insan;
İşveren ise,
işçisinin alın terini sömürüyorsa,
Müteahhitse,
malzemeden çalıyorsa,
Esnafsa, bozuk malı
satıyorsa,
Bir belde de idareci
ise, adaletle davranmıyorsa,
Bir makam sahibi
ise, kendi adamlarına hak etmedikleri payeleri veriyorsa, o makamın da gücünü
kullanarak beytül male sahip çıkmak adına, yetimin malını gözetmiyorsa, yine
makamın gücüyle servet üstüne servet ekliyorsa, ihalelerinde alacağı
komisyonlarının hesabını yapıyorsa, kıldığı namaz, yaptığı hayır ve hasenat,
umre ve Hac ziyaretleri, o insanı kötülüklerden alı koymuş ve gayesine ulaşmış
olur mu?
Namazı kılmaya
hazırlanırken, 'Necasetten temizlenmeyi' sadece zahiren görünen necislerden
arınmak olarak algılama hatasına düşersek, hakikatte Namaza temiz bir şekilde
hazırlanmış olmayız.
Namaz için ‘Allah-u
Ekber’ tekbirini almadan önce, haram
servet necisinden, rüşvet necisinden, adam kayırma necisinden, adaletsizlik
necisinden arınmadan kılınan namaz, verilen zekat ve sadaka, yapılan hac ve
umre ziyaretleri asla insanı kötülükten ve hayasızlıktan alıkoyamaz.
Yine ‘İndirilen
din’in esaslarına göre, zahiren görünen ‘Hades’ kirlerinden arınmadan Allah’ın
huzurunda namaza durulmayacağına iman ettikte, görünmeyen ‘nefis, kibir, gurur,
haset, fesat, kin, gıybet, iftira,’ hadeslerinden arınmadan da kılınan
namazların kötülükten alıkoymayacağına da iman etmek durumundayız.
Eğer Müslümanların
yaşadığı topraklarda, yetimin malı korunmuyorsa, fakiri daha fakirleşiyorsa,
adalet Müslümanların ana gündem maddesi değilse, fuhşiyat ve kötülükler
toplumda daha çok gündem oluşturuyorsa, buna rağmen Müslümanlar namazlarını
birbirleriyle yarış halinde kılıyorlarsa, zekatlarını en sevdikleri mallarından
en üst limitten değil de, en alt sınırdan veriyorsa, her yıl bi kaç defa umre
ziyareti yapıp, o yılın Zilhıcce ayında mutlaka Hac ziyareti de yapıyorsa, o
toplumun müslümanları asla ‘İndirilmiş dine’ göre yaşadığını iddia ve ispat
etmiş olamaz.
Namaza durduğumuz
anda ‘istikbali kıbleye’, yani zengin ile fakirin, siyah ile beyazın, amir ile
memurun, devletin başıyla sıradan vatandaşın eşit olduğu mekana dönerek,
aramızdaki tüm duvarları kaldırdığımızı ilan ettiğimiz gibi, namaz dışındaki
hayatımızda da, istikbali kıble de tecelli eden, kıyafetteki eşitliği, ırktaki
eşitliği, servetteki eşitliği, makamdaki eşitliği sair zamanlarda da ispat
etmiş olursak, Namaz için kıbleye dönmüş oluruz. Değilse namaz da o eşitliği
ilan eder de, namaz dışında bizden olan – bizden olmayan, bizim tarikat - sizin
tarikat, bizim cemaat – sizin cemaat, benim adamım diyerek ayrımcılığı,
kayırmacılığı meşru göstermenin çabasında olursak, hakikatte namaz için kıbleye
dönmüş olmayız. Namaz için kıbleye niçin döndüğünün sırrına eremeyenlerin,
kıldıkları namaz asla kendilerini kötülüklerden alıkoyamaz…
İşte altı çizilmesi
gereken asıl mesele de budur.
Onun içindir ki;
Allah cc’nun Maun suresiyle, ‘veyl olsun’ tehdidine muhatap olanlar, ‘İndirilen
dine’ değil de, ‘uydurulmuş dine’ uyarak namaz kılanlardır.
Uydurulan dinin
peşinde biz;
Ümmet şuurunu
kaybettik.
Makamlarımızı,
servetlerimizi, şehvetlerimizi ve şöhretlerimizi ilahlaştırdık.
Vahiyle olan
bağlarımızı koparttık.
İndirilen din'de;
"Müslümanlar, bir vücudun uzuvları gibiydi". Şimdi o vücudun uzuvları
ağır hasta. O vücut paramparça.
Bizi biribirimize
bağlayan ilahi bağları terkettik,
İndirilen din'de
Mü'minler kardeş idi, kardeşlikten uzaklaştık, Uydurulan din'e göre kalleşliği
tercih ettik...
Uydurulan dinin
yoluna girdik, başımızı kopardılar, başsız kaldık. İmamemizi kaybettik. Tesbih taneleri gibi sağa sola
savrulduk.
Vel hasıl ümmet,
‘indirilen dinin’ esaslarını hayatından söküp atınca, ne dünyamız kaldı ne
ahiretimiz kaldı. Yeniden ‘indirilen
dine’ dönmeden, yeniden imanını ameliyle ispat etmeden, çürümenin ve yok
olmanın önüne geçilemez…
Ya ‘uyudurulan
dinin’ peşinde pespaye bi hayat yaşayıp, köleliği tercih edip, hem dünyada hem
ahirette rezil olacağız,
Ya da ‘indirilen
dinin’ tüm hükümlerine iman edip, kıvırmadan amel edip, teklif edilen rüşvet taşlarını, hak edilmemiş servet taşlarını, şehvet ve şöhret taşlarını reddederek, 'ehad, ehad' diyerek hem dünya da hem ahirette 'efendi' olup
kurtulacağız…
02 Ağustos 2013
mus@bhy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder