Translate

3 Ağustos 2013 Cumartesi

'İndirilmiş Din' yerine 'Uydurulmuş Din'..!


İndirilen din; ilk insan ve Peygamber Hz Adem as’dan başlayarak Peygamberleri vasıtasıyla indirilen, en son Peygamber Hz Muhammed Mustafa s.a.v Efendimize indirilmiş, hükümleri Allah’tan Peygamberlerine bildirilmiş, Hudutları Kur’an ayetleri ile çizilmiş, tüm dayanağı Kur’an ve Sünnetle delillendirilmiş ve amellendirilmiş, eksiksiz bir şekilde insanlığı nizama sokacak, insanlığın sıkıntılarına çare olacak, emir ve yasaklarla insanlığın nefes almasını sağlayacak dosdoğru bir yoldur.
Uydurulan din; Son Peygamber Hz Muhammed Mustafa s.a.v Efendimiz’in vefatıyla geriye dönülen, yeniden cahiliye dönemindeki sefalete dönüşle girilen yoldur.
İnsanlığı, yaşadığı karanlıklarından aydınlığa çıkaracak yol Kur’an yoludur,
İnsanlık için en şerefli yol,  Peygamber yoludur,
Bu yolda yürüyenler, yürüdükleri yol boyunca gücünü ve kuvvetini, onurunu ve şerefini Kur’an-la alır.
Kur’anın hükümlerini hayatının merkezine yerleştiren kul için, üzüntü ve tasa yoktur. Açlık ve sefalet yoktur. Onlar için yeryüzünde gam ve keder yoktur.
Allah cc, Kur’an da ‘Sem’inâ ve ata’nâ’ buyurduktan sonra, kullar için duyduklarına itaat etmekten başka yol yoktur.

İtaat; amelle mümkündür.
İtaat; çizilen sınırları aşmamakla mümkündür.
İtaat; emirleri harfiyyen yerine getirmek, yasaklardan da ateşten kaçar gibi kaçmakla mümkündür.
İndirilen dinin kitabı, Kur’an-da çaresizlik yoktur.
Kur’an-da çelişki yoktur.
Kur’an-da mantık hatası bulamazsınız.
Kur’an-da gericilik yoktur.
Kur’an-da eksiklik yoktur.

Bu mukaddimeden sonra, asrımızın müslümanlarının yaşadıkları hayatlarını iki cümle ile özetlemek durumundayız.
Asrımızdaki Müslümanların hayatları, İndirilen din ile, Uydurulan din arasında sıkışmıştır. Ya da, Kur’an ile Nefis arasında sıkışık bi hayatı yaşamaya mecbur edilmişlerdir…
Zira, Kur’an-ın ayetlerine itiraz etmeden iman eden kulların, Sosyal hayatlarında imanlarını amelleriyle ispat etme noktasında hep sınıfta kalmışlardır. Hep Kur’an-a göre değil, uydukları nefislerine göre bi hayatı yaşar hale geldiklerini amelleriyle ispat etmişlerdir. Düştükleri yanılgı, İcmali imanın kendilerine yeteceğini, Tafsili olarak nefsi ve beşeri sistemlere iman ederek kurtulacaklarını sanmalarıdır.

Temelde Kur’an ayetleriyle hudutları çizilen ‘indirilen dine’ iman edildi, pratikte her bir kul kimisi hocasının yoluna, kimisi servetlerinin yoluna, kimisi şehvetlerinin yoluna, kimisi de makamlarının götürdüğü yöne giderek ‘uydurulan dinin’ yoluna gittiler. Nasıl ikna oldularda, Kur’an-ın ayetlerine iman edip, sonrada nefislerinin peşinde sürüklendiler.

Kur’an ayetlerini ya ömrünüzün tam merkezine alarak, Allah’ın Peygamberine indirdiği dine, ciddiye alarak hayatınızın her anında teslim olacaksınız, yada önemsemeyip; ‘hayat, dünya hayatından ibarettir, Ahiretteki hesabın çok bi önemi yok' diyerek, dünya hayatını kendi nefislerinden uydurdukları plan ve prensiplere göre tanzim ederek, ‘İndirilen din ile, Uydurulan din arasında’ sıkışmış, Kur’an-dan firar edip kaçak bi dünya hayatı yaşayacaksınız.

Ne tam ciddiye aldılar, ne de hepten inkar ettiler…
Kur’an-ın ifadesiyle; ‘müzebzebîne beyne zalik’ bi o tarafa, bi bu tarafa gidip geldiler.

Ya da; Ömer Hayyam’ın ifadesiyle;
“Bir elde kadeh, bir elde Kuran;
Bir helaldir işimiz, bir haram.
Şu yarım yamalak dünyada,
Ne tam kafiriz, ne tam müslüman!”

Ne tam Kur’an daki tarif edildiği şekilde Müslüman olabildik, ne de İslam’dan vazgeçebildik…

         Efendiler!
Kur’an; insanın dünya hayatına şekil veren tek kaynaktır.
Kur’an; insanın dünya hayatındaki tüm düzensizlikleri düzene sokan tek kitaptır.
Kur’an; yeryüzü insanlığının ızdıraplarına tek çaredir.
Kur’ansız bi hayatı yaşayan, Allah’a kafa tutarak hayatlarını nizama sokmaya kalkan  insanlık, tarihin hiçbir döneminde, arzu ettikleri hayatları yaşayamamışlardır.

İnsanlığın huzurunu kaçıran her türlü pespayelik cahiliye döneminde de mevcuttu. Cahilliyye döneminin insanlığa vadettiği bi umut olmadığı, insanlık kölelikten, çaresizlikten ve maruz kaldığı sıkıntılarından bi çıkış yolu bulamadığı için, insanlık bir yudum aydınlık hasreti, özgürlük hasreti çekerken, tam da karanlıklar ortasında kaybolan insanlığı, İslam dini ile aydınlığa çıkarmak için indirilmiştir İslam. İndirilen dinin Peygamberi, Hz Muhammed Mustafa s.a.v Efendimiz'in 63 yıllık şerefli ömrü de hep bu karanlıklarla mücadeleyle geçmiştir.

indirilen din; Her türlü onursuzluğu, her türlü şerefsizliği ortadan kaldırmak için indirilmiştir.

İndirilen din; köle Bilal’in özgürlüğü için indirilmiştir.
O Bilal ki, 'uydurulan dine' değil, 'indirilen dine' intisab etmiş olmanın ağır bedellerini göbeğinin tam ortasına konan taşın ağırlığıyla ödemiş, Ebu Cehil kafirlerinin her türlü rüşvetlerine,  'ehad, ehad' haykırışıyla mukabele etmiş, neticesinde, uydurulan dine köle olmayı reddetmiş, İndirilen dinin en şerefli makamına yükselmiştir.

Peygamber s.a.v Efendimize teklif edilen, makam rüşvetlerini, servet rüşvetlerini, şehvet rüşvetlerini; ‘Bi elime güneşi, öteki elime ayı verseniz, asla davamdan vazgeçmem’ buyurarak reddetmesi karşısında, O’nun can ümmeti bi makama geldikten sonra, rüşvetin her çeşidini mübah görebilmesi, servetin hak edilmişliğini yada edilmemişliğini gözetmeden dünyalık servetine teslim olması, o servete ulaşabilmek için ‘indirilen dinin’ hükümlerini bi çırpıda iptal edip, nefsinden ‘uydurduğu dinin’ gereği olarak hak edilmemiş servetine servet eklemesi, makam, servet ve şehvetin yaşattığı sefaletin ardından, Ahirette makam, servet ve şehvet rüşvetini almayan Peygamberin yüzüne nasıl bakacaktır.

Kur’an-da; “Namaz, insanı kötülükten ve hayasızlıktan alıkor” Ankebut - 45 buyrulmakta…

‘Namaz kılan insan, kötülük yapamaz’
‘Namaz kılan müslüman, hayasızlık yapamaz’
‘Namaz kılan Müslüman, fuhşiyatın içinde bulunamaz’
‘Namaz kılan mü’min, makamına, servetine ve şehvetine teslim olamaz’
Rüşvet alamaz, ihaleye fesat karıştıramaz buyurduğu halde Allah cc,
Namaz kılan müslümanlar hangi gücüne güvenerek yollarını ve yönlerini değiştirirler?,

Namaz kılan insan; Camiye gittiği, namazını kıldığı halde,
Orucunu tutup, sadakasını ve zekatını verdiği halde,
Sakalını bıraktığı, günlük tesbihatını çektiği halde,
Ömründe sayısız Umre ziyareti yapıp, defalarca Hac ziyareti yaptığı halde,
O namaz kılan insan;
İşveren ise, işçisinin alın terini sömürüyorsa,
Müteahhitse, malzemeden çalıyorsa,
Esnafsa, bozuk malı satıyorsa,
Bir belde de idareci ise, adaletle davranmıyorsa,
Bir makam sahibi ise, kendi adamlarına hak etmedikleri payeleri veriyorsa, o makamın da gücünü kullanarak beytül male sahip çıkmak adına, yetimin malını gözetmiyorsa, yine makamın gücüyle servet üstüne servet ekliyorsa, ihalelerinde alacağı komisyonlarının hesabını yapıyorsa, kıldığı namaz, yaptığı hayır ve hasenat, umre ve Hac ziyaretleri, o insanı kötülüklerden alı koymuş ve gayesine ulaşmış olur mu?

Namazı kılmaya hazırlanırken, 'Necasetten temizlenmeyi' sadece zahiren görünen necislerden arınmak olarak algılama hatasına düşersek, hakikatte Namaza temiz bir şekilde hazırlanmış olmayız.

Namaz için ‘Allah-u Ekber’  tekbirini almadan önce, haram servet necisinden, rüşvet necisinden, adam kayırma necisinden, adaletsizlik necisinden arınmadan kılınan namaz, verilen zekat ve sadaka, yapılan hac ve umre ziyaretleri asla insanı kötülükten ve hayasızlıktan alıkoyamaz.

Yine ‘İndirilen din’in esaslarına göre, zahiren görünen ‘Hades’ kirlerinden arınmadan Allah’ın huzurunda namaza durulmayacağına iman ettikte, görünmeyen ‘nefis, kibir, gurur, haset, fesat, kin, gıybet, iftira,’ hadeslerinden arınmadan da kılınan namazların kötülükten alıkoymayacağına da iman etmek durumundayız.

Eğer Müslümanların yaşadığı topraklarda, yetimin malı korunmuyorsa, fakiri daha fakirleşiyorsa, adalet Müslümanların ana gündem maddesi değilse, fuhşiyat ve kötülükler toplumda daha çok gündem oluşturuyorsa, buna rağmen Müslümanlar namazlarını birbirleriyle yarış halinde kılıyorlarsa, zekatlarını en sevdikleri mallarından en üst limitten değil de, en alt sınırdan veriyorsa, her yıl bi kaç defa umre ziyareti yapıp, o yılın Zilhıcce ayında mutlaka Hac ziyareti de yapıyorsa, o toplumun müslümanları asla ‘İndirilmiş dine’ göre yaşadığını iddia ve ispat etmiş olamaz.

Namaza durduğumuz anda ‘istikbali kıbleye’, yani zengin ile fakirin, siyah ile beyazın, amir ile memurun, devletin başıyla sıradan vatandaşın eşit olduğu mekana dönerek, aramızdaki tüm duvarları kaldırdığımızı ilan ettiğimiz gibi, namaz dışındaki hayatımızda da, istikbali kıble de tecelli eden, kıyafetteki eşitliği, ırktaki eşitliği, servetteki eşitliği, makamdaki eşitliği sair zamanlarda da ispat etmiş olursak, Namaz için kıbleye dönmüş oluruz. Değilse namaz da o eşitliği ilan eder de, namaz dışında bizden olan – bizden olmayan, bizim tarikat - sizin tarikat, bizim cemaat – sizin cemaat, benim adamım diyerek ayrımcılığı, kayırmacılığı meşru göstermenin çabasında olursak, hakikatte namaz için kıbleye dönmüş olmayız. Namaz için kıbleye niçin döndüğünün sırrına eremeyenlerin, kıldıkları namaz asla kendilerini kötülüklerden alıkoyamaz…

İşte altı çizilmesi gereken asıl mesele de budur.
Onun içindir ki; Allah cc’nun Maun suresiyle, ‘veyl olsun’ tehdidine muhatap olanlar, ‘İndirilen dine’ değil de, ‘uydurulmuş dine’ uyarak namaz kılanlardır.

Uydurulan dinin peşinde biz;
Ümmet şuurunu kaybettik.
Makamlarımızı, servetlerimizi, şehvetlerimizi ve şöhretlerimizi ilahlaştırdık.
Vahiyle olan bağlarımızı koparttık.
İndirilen din'de; "Müslümanlar, bir vücudun uzuvları gibiydi". Şimdi o vücudun uzuvları ağır hasta. O vücut paramparça.
Bizi biribirimize bağlayan ilahi bağları terkettik, 
İndirilen din'de Mü'minler kardeş idi, kardeşlikten uzaklaştık, Uydurulan din'e göre kalleşliği tercih ettik...
Uydurulan dinin yoluna girdik, başımızı kopardılar, başsız kaldık. İmamemizi  kaybettik. Tesbih taneleri gibi sağa sola savrulduk.

Vel hasıl ümmet, ‘indirilen dinin’ esaslarını hayatından söküp atınca, ne dünyamız kaldı ne ahiretimiz kaldı.  Yeniden ‘indirilen dine’ dönmeden, yeniden imanını ameliyle ispat etmeden, çürümenin ve yok olmanın önüne geçilemez…

Ya ‘uyudurulan dinin’ peşinde pespaye bi hayat yaşayıp, köleliği tercih edip, hem dünyada hem ahirette rezil olacağız,
Ya da ‘indirilen dinin’ tüm hükümlerine iman edip, kıvırmadan amel edip, teklif edilen rüşvet taşlarını, hak edilmemiş servet taşlarını, şehvet ve şöhret taşlarını reddederek, 'ehad, ehad' diyerek  hem dünya da hem ahirette 'efendi' olup kurtulacağız…


02 Ağustos 2013
mus@bhy
  
 


Hiç yorum yok: