Translate
31 Aralık 2013 Salı
9 Aralık 2013 Pazartesi
30 Baron Devrede
Gezi Parkı’nda başlayan olaylar, Dolmabahçe Ofisi’ne girmeye kalkışmalar, tencereler-tavalar, kornalar, baronlar, teknedeki gizli görüşmeler, yalıtımlı salonlardaki derin toplantılar, biber ve portakal gazları, TOMA’lar, maskeler, çadırlar, coplar, sopalar, olaylardan önce revire çevrilen oteller ve açık açık oynanan oyun!
Sokakta yürüyen ve masum bir şekilde taleplerini dile getirenlerin elbette büyük fotoğrafı görmesi gerekmez!
Zaten karşıda öyle bir DEV KOALİSYON var ki isteseler de göremezler! Göstermezler!
Deniz Baykal’ın desteğiyle ve ORDUNUN arka durmasıyla yoluna devam eden ERDOĞAN bir anda laiklik karşıtı DİKTATÖR haline getirildi! Yani CHP liderinin görmediğini, ordunun ıskaladığını, Türk devletinin atladığını, birileri ne hikmetse görüyordu!
Bu imajı oturtmaya çalışan kimdi?
Amaç neydi?
* ABD: Wall Street Journal, USA Today, CNN, Chicago Tribune, New York Times, Boston Globe…
* İngiltere: BBC, Daily Mirror, The Guardian, The Times, The Telegraph, Financial Times, The İndependent, The Observer, The Sun…
* İtalya: İL Giornale, La Repubblica…
* Almanya: BİLD, ZDF, RTL, Allgemeine Zeitung, Die Welt, Frankfurt Zeitung…
* Fransa: Le Soir, Le Monde, Liberation, TF1, Le Figaro…
* İspanya: El Pais, ABC Spain…
* Rusya: Pravda, İzvestia…
* Çin: China Online…
* Japonya: Japan Times…
* Norveç: Dagbladet, Nationen…
* Danimarka: Politiken…
* Belçika: De Standaard…
Ve daha niceleri!
Ülkesi Irak’ta savaşırken 10 muhabir gönderen Amerikan CNN International televizyonu, 13 gazeteciyle Taksim Meydanı’nda! Çekirge zıplasa “yer yerinden oynuyor!” diye canlı yayın yapıyor! Sadece o mu?
Elbette hayır!
Yukarıda isimlerini saydığım ve sayamadığın onlarca medya kuruluşu işi gücü bırakıp, Erdoğan’a saldırıyor!
Gizli bir YAYIN YÖNETMENİ bütün gazete ve kanalları yönetiyor!
Peki, bu güç kim?
Zaten bu sorunun cevabını bilmediğiniz zaman laiklik için, hayat tarzınız için yürüdüğünüzü sanırsınız!
Oysa PARAYI, REKLAMI, BANKALARI, MEDYAYI, ALTINI, TELEKOMÜNİKASYONU, DEV SİLAH ŞİRKETLERİNİ, ULAŞIMI, İÇKİYİ, İLACI elinde tutan ve yer altında güçlerini birleştiren BARONLAR Türkiye’yi olduğu gibi dünyayı da yönetmek derdinde!
Ve gücü sınırsız insanların hedefinde sadece ve sadece Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı var!
Ondan kesinlikle ve de hemen kurtulmak istiyorlar!
Türkler’in adına karar veren, kendi ülkesinin çıkarlarını düşünen, ülkeyi büyütmek için çırpınan biri onlara göre değil! Kendileri dışarıdan, içerideki 30 PATRON da İSTANBUL’dan düğmeye bastı!
Londra’dan gelen emirle ayağa kalkan BARONLAR, sahibi oldukları bütün medya kuruluşlarında AYNI DİLLEyayına başladı:
Diktatör Erdoğan!
Cumhuriyet’i kuran İngiliz aklı ve gücüdür! O günden beri Londra, Amerika’daki kolunun da katkısıyla Türkiye’yi yönetiyor! Kabaca 750 milyar euro’ya yakın yatırımları ve varlıkları var! Sınırlarımız içindeki bu GÜÇ sebebiyle düne kadar istedikleri Başbakanı getirip götürdüler!
İstediklerini astılar, istediklerini alaşağı ettiler! Darbeleri, cuntaları, krizleri yaratıp ceplerini doldurdular! Bunu yaparlarken, hep medya ve asker-sivil bürokrasiden YANDAŞ buldular! “Demokrasi” diyerek 40 aileye ülkeyi peşkeş çektiler! Hep onlar kazandı, millet kaybetti!
Bir paket çorbayı marketten izinsiz aldığı için vatandaş 12 yıl ceza alırken, onlar deveyi hamuduyla götürdü! Hesap sormayı bırakın kimse çıkıp “Ne yapıyorsunuz!” diye bile soramadı!
Türk, askere gider ve ölürdü!
Onlar için ANADOLU’nun anlamı buydu!
Bu milletin çocukları KORE’ye ölmeye gidebilir ama PASAPORTLA yurt dışına çıkamazdı! Dünya onların dünyasıydı!
Tek taraflı bu hesap ULUSAL AMERİKA’nın 2001′de İKİZ KULELERE saldırmasıyla bozuldu!
Çünkü o, savaş ilanıydı! Amerika, World Trade Center’ı vurarak hem içindeki hem de Londra’daki BARONLARAsavaş açıyordu!
“Kanımızı emmeyin” diyordu! Bush’un başlattığı atak şimdi OBAMA ile daha yumuşak bir şekilde ve Türkiye’nin ortaklığıyla devam ediyordu!
Tabii Putin’in desteği de inkar edilemezdi!
Üç lider, yani Obama, Erdoğan ve Putin, DEV BARONLARA karşı cephe açtı! Onların ülkeleri parça pinçik etmesine karşı çıktı! Milli ve ulus devletlerin ayakta kalması için el sıkıştı!
Bu birlikle gaz ve petrol yollarının Ankara’nın eline geçmesi kararlaştırıldı!
Çünkü Türkiye’de 750 milyar euro’luk bir gücün sahibi olan Avrupa’nın dışlanması ve yenilmesi gerekiyordu!
Oysa Baronlar, Türkiye’yi avuçlarında tutarak hem Amerika’yı hem de Rusya’yı yıllarca köşeye sıkıştırmıştı!
Çünkü tahterevallinin tam ortasında Türkiye vardı!
Yeni Türkiye bu dengeyi bozmazsa büyüyemeyeceğini gördü!
Risk aldı! İçerideki “UR”u söküp atmak kolay değildi! 28 Şubat, Ergenekon ve Balyoz operasyonları bunun işaret fişeğiydi! Sıranın BARONLARA geleceği SIR değildi!
Ama Ankara vicdanlıydı! Onların zenginliği artarsa “susar” diye düşündü! Kazın ayağı öyle değildi!
Çünkü İngilizler var ettikleri insanlardan GÖREV beklerdi! Kimsenin Ankara ile uyumlu olma şansı yoktu!
Er ya da geç bu savaş çıkacak ve İstanbul’u kuşatacaktı!
Kraliçe’den madalya alan PATRONLAR en öndeydi!
GEZİ’de kendilerini saklama gereği duymuyorlardı! Bu İstanbul’un fethinden sonra TÜRKLER’in giriştiği en büyük mücadeleydi!
Suriye, Irak, İran, Kıbrıs, Avrupa ve içerisi dahil olmak üzere her yerden gelecekler!
Her PATRONA ROL dağıtıldı!
Onlar için de ölüm kalım mücadelesi!
Yani ortadaki kavga GEZİ’de ağaçlara sahip çıkan gençlerin duyguları kadar saf ve masum değil!
Onlar gibi giyinmeyen, onlarla oturup içmeyen, onlar gibi tatil yapmayan, onlar gibi parfüm kullanmayan, onlar gibi eş değiştirmeyen birinin gelip OYUNU bozmasını kabul edemiyorlar!
İstanbul’un ANADOLU’ya esir düşeceği hiç akıllarına gelmedi!
Ya onlar ya millet kazanacak!
Olay bu!
Gerisi teferruat!
NOT 1: SOL slogan atıp SERMAYENİN değirmenine su taşıyan arkadaşların ne düşündükleri gerçekten çok merak ediyorum!
NOT 2: ”Gezi’deki patronlar” deyince aklınıza Cem Boyner gelmesin! Benim kastettiklerimi görmeniz için oraya gitmeniz gerekir!
Gazeteler o fotoğrafları çekemez ve yayınlayamaz!
Şimdilik!
NOT 3: 30 patronun içinde maalesef muhafazakar isimler de vardı.
Gazeteci / ERGUN DİLER 13 HAZİRAN 2013
http://www.takvim.com.tr/Yazarlar/ergundiler/2013/06/13/30-baron-devrede
6 Aralık 2013 Cuma
ASKERE KÖK SÖKTÜRDÜK!
Osman Özsoy özetle demiş ki;
“Gülen Camiası’nın 28 Şubat’ta darbecilere yakın durduğu palavrasını ortaya atan güruha sesleniyorum.
Şimdiki gençler hatırlamayabilirler... 28 Şubat döneminde Samanyolu TV’nin ana haber bülteni durumundaki hafta içi her akşam 1.5 saat boyunca yayınlanan Haber Kritik programının yapım ve sunucusu, yani birinci derece ekran yüzü bendim. Programın Ankara ayağında da Haluk Örgün vardı.
Kimse karnından konuşmasın. (...) STV ekranlarında bizler, askeri vesayete çatır çatır kök söktürüyorduk... Tersini iddia eden ve bir örnek ortaya koyabilen densiz varsa çıksın ortaya, hakikat aynasında kendisini savurur, paçavraya çeviririm.”
Prof. Osman Özsoy’un “şahsına” ve “yaptığı programa” hiçbir sözüm yok... Yaptığı “Haber Kritik” programında; “Askeri vesayete çatır çatır kök söktürüyorduk” ifadesine de bir diyeceğim yok... Zira, o programları izleme imkânım olmadı.
Ne var ki;
“Gülen Camiası’nın 28 Şubat’ta darbecilere yakın durduğu” iddialarını “palavra” olarak nitelemesine itirazım var...
Tekrar ediyorum;
Prof. Osman Özsoy’un, “askeri vesayete çatır çatır karşı durması”yla ilgili sözüm yok... Ama, “Gülen Camiası”nın, özellikle de Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “darbecilere karşı durması” ile ilgili ciddi kuşkularım var.
“Gülen Camiası’nın 28 Şubat’ta darbecilere yakın durduğu palavrasını ortaya atan güruha sesleniyorum.
Şimdiki gençler hatırlamayabilirler... 28 Şubat döneminde Samanyolu TV’nin ana haber bülteni durumundaki hafta içi her akşam 1.5 saat boyunca yayınlanan Haber Kritik programının yapım ve sunucusu, yani birinci derece ekran yüzü bendim. Programın Ankara ayağında da Haluk Örgün vardı.
Kimse karnından konuşmasın. (...) STV ekranlarında bizler, askeri vesayete çatır çatır kök söktürüyorduk... Tersini iddia eden ve bir örnek ortaya koyabilen densiz varsa çıksın ortaya, hakikat aynasında kendisini savurur, paçavraya çeviririm.”
Prof. Osman Özsoy’un “şahsına” ve “yaptığı programa” hiçbir sözüm yok... Yaptığı “Haber Kritik” programında; “Askeri vesayete çatır çatır kök söktürüyorduk” ifadesine de bir diyeceğim yok... Zira, o programları izleme imkânım olmadı.
Ne var ki;
“Gülen Camiası’nın 28 Şubat’ta darbecilere yakın durduğu” iddialarını “palavra” olarak nitelemesine itirazım var...
Tekrar ediyorum;
Prof. Osman Özsoy’un, “askeri vesayete çatır çatır karşı durması”yla ilgili sözüm yok... Ama, “Gülen Camiası”nın, özellikle de Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “darbecilere karşı durması” ile ilgili ciddi kuşkularım var.
LAF BAŞKA, SAF BAŞKA!
Zira, benim bildiğim Hocaefendi, “darbecilere karşı durmak” yerine, onlarla “iyi geçindi” ve hatta onlara “övgüler” yağdırdı...
Kendisi, bugün; her ne kadar; “60 İhtilâli’nin tokadını, 70 darbesinin tekmesini, 80 darbesinin de çiftesini yedik... Hepsinden bir şey yedik... 1960, 1970, 1980 ve 28 Şubat’ta preslendim” dese de, “dünkü sözleri” pek de “tokat, tekme, çifte” yediğini göstermiyor...
Ağzından çıkan lâf başka,
Durduğu saf başka!..
Çünkü “belge”ler ortada...
Gelin, tek tek bakalım:
Kendisi, bugün; her ne kadar; “60 İhtilâli’nin tokadını, 70 darbesinin tekmesini, 80 darbesinin de çiftesini yedik... Hepsinden bir şey yedik... 1960, 1970, 1980 ve 28 Şubat’ta preslendim” dese de, “dünkü sözleri” pek de “tokat, tekme, çifte” yediğini göstermiyor...
Ağzından çıkan lâf başka,
Durduğu saf başka!..
Çünkü “belge”ler ortada...
Gelin, tek tek bakalım:
l 12 Eylül Darbesi’nden 15 ay önce Sızıntı dergisinin 5. sayısında “Asker” isimli makalesinde Hocaefendi; hem askere övgüler yağdırıyor hem darbeye davetiye çıkarıyor hem de askere selâm çakarak şu sözlerle bitiriyor yazısını:
“Tuğa selâm, sancağa selâm ve onu tutan yüce başa binlerce selâm…”
“Yüce baş”ın, darbenin komutanı Kenan Evren olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?..
“Tuğa selâm, sancağa selâm ve onu tutan yüce başa binlerce selâm…”
“Yüce baş”ın, darbenin komutanı Kenan Evren olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?..
l Darbenin bir ay sonrasında ise yine Sızıntı dergisinin Ekim sayısında “Son Karakol” adlı makalesinde darbeye alkış tutuyor ve darbecileri imdada yetişmiş Hızır’a benzeterek, “Ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz” diyerek darbeye bağlılığını ilan ediyor.
l Zaman Gazetesi, 28 Şubat Darbe Konseyi’nin seçti(rdi)ği darbe hükümetini “Hayırlı Olsun” manşetiyle karşılıyor ve daha birinci günden hayra(!) yoruyor:
l Hüseyin Gülerce, 29 Şubat 2000 tarihli köşesinde 28 Şubat’ın her anlamda hayırlı olduğunu deklâre ediyor ve diyor ki;
“Şimdi biraz şaşırtıcı gelecek; ama böyle bir hengâmede 28 Şubat her iki bakımdan da yararlı oldu.
Hem içte ve dışta rahatlama sağlayacak olumlu değişimi hızlandırdı, hem de samimi, mazbut büyük İslami çoğunluk ile İslam adını lekeleyen, kullanan, yüce dinimizi vahşete alet etmek isteyen zavallıları ayırdı.”
“Şimdi biraz şaşırtıcı gelecek; ama böyle bir hengâmede 28 Şubat her iki bakımdan da yararlı oldu.
Hem içte ve dışta rahatlama sağlayacak olumlu değişimi hızlandırdı, hem de samimi, mazbut büyük İslami çoğunluk ile İslam adını lekeleyen, kullanan, yüce dinimizi vahşete alet etmek isteyen zavallıları ayırdı.”
DARBECİLERE ÖVGÜLER
Devam edelim mi?..
Son birkaç yıldır, 28 Şubat söz konusu olduğunda Gülen medyası, konjonktüre uygun olarak “28 Şubat postmodern darbesi”, “28 Şubat darbesi” veya “28 Şubat askeri müdahalesi” kavramlarını kullanmakta beis görmüyor... Oysa, Fethullah Hocaefendi; 28 Şubat sonrası kendisiyle yapılan röportajlarda; 28 Şubat kararlarına değil darbe, muhtıra dahi denemeyeceğini açık ve net bir şekilde ifade ediyor. 28 Şubat’ın en fazla bir tavsiyename olduğunu söyledikten sonra bunun “Milli Güvenlik Kurulu Sosyal Mutabakat Metni” şeklinde algılanması gerektiğinin ısrarla altını çizip, 28 Şubat’a muhtıra demenin askeri suçlamak olacağını vurguluyor...
Meselâ, diyor ki;
“Bu mukavelede ele alınan tavsiye kararlarını bu açıdan ben şahsen muhtıra şekliyle algılanmasını telif edemiyorum. Niçin bu işin üzerinde bu yorumlarla duruluyor, askeriye muhtıra verdi diye suçlanıyor? Ben bunu yanlış buluyorum.” (Samanyolu TV / Osman Özsoy ve Mim Kemal Öke İle / 29.03.1997)
Yine aynı dönemde “MGK kararları”nı dayatanların sorumluluk bilinciyle hareket ettiklerini, bu nedenle yaptıklarından dolayı masum olduklarını, hatta bu kararlara içtihat mantığıyla da yaklaşılabileceğini, isabet ettilerse iki sevap, etmedilerse bir sevap alacaklarını ifade ediyor...
Buyrun, o cümle:
“Müdahale etmediğimiz zaman tarih önünde suçlu oluruz, mülahazasıyla hareket ediliyorsa, meseleyi böyle algılıyorsa, bana göre onlar masumdurlar... Eğer işin içinde bir hata varsa bu içtihat hatasıdır... Hatta fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşılabilir, içtihattaki hatalar bir sevap kazandırır, isabet olursa iki sevap kazandırır mülahazası.” (Kanal D / Yalçın Doğan’a Verdiği Mülâkat / 16.04.1997)
Daha sırada;
“28 Şubat’la uçurumdan geriye dönülmüştür!.. Asker, sivillerden daha demokrat!.. Asker; MGK’da insaflı ve demokratik bir tavır takındı... MGK anayasal bir kurumdur ve Anayasa’nın gereğini yapıyor!.. Askeri darbeler kimi zaman gereklidir!.. Asker muhtıra verdi deyip de askerin günahına girmeyin!.. Darbeler, hep kötü niyetli olmamıştır!.. Askerden yana hiç endişeniz olmasın!.. Asker, hiçbir zaman dindarlara karşı olmamıştır!.. Cumhurbaşkanı Demirel de sorumluluğunun bilincindedir” ifadeleri var ama bunlar “yazı” sınırını aşar, “belgesel” olur... Ben sadece, “arabaşlık”ları sundum... Gerekirse, “detay”ları da yayınlarım...
Söyleyin Allah aşkına;
Ağzından bu sözler çıkan bir Hocaefendi, hiç “darbelere karşı” olabilir mi?..
Durun, yine “takiyye” demeyin bana... Zira, bu kelime benim midemi bulandırıyor, hemen lavaboya koşup öğürüyorum...
Son birkaç yıldır, 28 Şubat söz konusu olduğunda Gülen medyası, konjonktüre uygun olarak “28 Şubat postmodern darbesi”, “28 Şubat darbesi” veya “28 Şubat askeri müdahalesi” kavramlarını kullanmakta beis görmüyor... Oysa, Fethullah Hocaefendi; 28 Şubat sonrası kendisiyle yapılan röportajlarda; 28 Şubat kararlarına değil darbe, muhtıra dahi denemeyeceğini açık ve net bir şekilde ifade ediyor. 28 Şubat’ın en fazla bir tavsiyename olduğunu söyledikten sonra bunun “Milli Güvenlik Kurulu Sosyal Mutabakat Metni” şeklinde algılanması gerektiğinin ısrarla altını çizip, 28 Şubat’a muhtıra demenin askeri suçlamak olacağını vurguluyor...
Meselâ, diyor ki;
“Bu mukavelede ele alınan tavsiye kararlarını bu açıdan ben şahsen muhtıra şekliyle algılanmasını telif edemiyorum. Niçin bu işin üzerinde bu yorumlarla duruluyor, askeriye muhtıra verdi diye suçlanıyor? Ben bunu yanlış buluyorum.” (Samanyolu TV / Osman Özsoy ve Mim Kemal Öke İle / 29.03.1997)
Yine aynı dönemde “MGK kararları”nı dayatanların sorumluluk bilinciyle hareket ettiklerini, bu nedenle yaptıklarından dolayı masum olduklarını, hatta bu kararlara içtihat mantığıyla da yaklaşılabileceğini, isabet ettilerse iki sevap, etmedilerse bir sevap alacaklarını ifade ediyor...
Buyrun, o cümle:
“Müdahale etmediğimiz zaman tarih önünde suçlu oluruz, mülahazasıyla hareket ediliyorsa, meseleyi böyle algılıyorsa, bana göre onlar masumdurlar... Eğer işin içinde bir hata varsa bu içtihat hatasıdır... Hatta fakihlerin mülahazasıyla da yaklaşılabilir, içtihattaki hatalar bir sevap kazandırır, isabet olursa iki sevap kazandırır mülahazası.” (Kanal D / Yalçın Doğan’a Verdiği Mülâkat / 16.04.1997)
Daha sırada;
“28 Şubat’la uçurumdan geriye dönülmüştür!.. Asker, sivillerden daha demokrat!.. Asker; MGK’da insaflı ve demokratik bir tavır takındı... MGK anayasal bir kurumdur ve Anayasa’nın gereğini yapıyor!.. Askeri darbeler kimi zaman gereklidir!.. Asker muhtıra verdi deyip de askerin günahına girmeyin!.. Darbeler, hep kötü niyetli olmamıştır!.. Askerden yana hiç endişeniz olmasın!.. Asker, hiçbir zaman dindarlara karşı olmamıştır!.. Cumhurbaşkanı Demirel de sorumluluğunun bilincindedir” ifadeleri var ama bunlar “yazı” sınırını aşar, “belgesel” olur... Ben sadece, “arabaşlık”ları sundum... Gerekirse, “detay”ları da yayınlarım...
Söyleyin Allah aşkına;
Ağzından bu sözler çıkan bir Hocaefendi, hiç “darbelere karşı” olabilir mi?..
Durun, yine “takiyye” demeyin bana... Zira, bu kelime benim midemi bulandırıyor, hemen lavaboya koşup öğürüyorum...
DARBECİBAŞI’NA ÖDÜL!
Her neyse... Şimdi de “çarpıcı bir örnek” verip; “Gülen Grubu darbenin yanında mı, karşısında mı?” sorularına açıklık kazandıralım...
Dönem, ülkenin üzerine “kara bir bulut” gibi çöken “28 Şubat” dönemi...
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sevenleri; kendisini kurtarmak için ne yapacağını şaşırmış vaziyettedir o dönemde... Darbecilerin gözüne gireceğim, onların hışmından kurtulacağım diye; darbe yapmış silahlı bir yapının başındaki isme “hoşgörü (!) ödülü” vermeye kalkıyor.
Fakat, kendisine “onur” bahşedilmek istenen general “hoşgörü ödülü”nü reddediyor, iyi mi?..
Nazlı Ilıcak’ın aktardığına göre;
“Alaaddin Kaya, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’ya, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Yılın Hoşgörü Ödülü’nü vermek istediğini Çevik Bir’e söyledi. Bu talep de reddedildi.”
Darbenin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın hoşgörü ödülü teklifini reddetse de “Gülen hareketi”nin o müthiş azmini(!) kırmaya muvaffak olamaz.
“Madem darbenin komutanı ödülümüzü kabul etmedi, biz de bu ödülü Başkomutana veririz” derler ve başarılı da olurlur.
Başkomutan Süleyman Demirel, toplantıya katılmak ve ödülü almakla marjinal(!) düşüncelere bir mesaj vermiş(!) oluyordu o törende!..
27 Aralık 1997 tarihli Zaman gazetesi, “Demirel’e Şükran Plâketi’nin, Fethullah Hocaefendi tarafından takdim edildiğini” bildiriyordu...
Bu mu darbe karşıtlığı?..
Bu mu;
“Tokat, tekme, çifte ve preslenme?”
Dönem, ülkenin üzerine “kara bir bulut” gibi çöken “28 Şubat” dönemi...
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sevenleri; kendisini kurtarmak için ne yapacağını şaşırmış vaziyettedir o dönemde... Darbecilerin gözüne gireceğim, onların hışmından kurtulacağım diye; darbe yapmış silahlı bir yapının başındaki isme “hoşgörü (!) ödülü” vermeye kalkıyor.
Fakat, kendisine “onur” bahşedilmek istenen general “hoşgörü ödülü”nü reddediyor, iyi mi?..
Nazlı Ilıcak’ın aktardığına göre;
“Alaaddin Kaya, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’ya, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Yılın Hoşgörü Ödülü’nü vermek istediğini Çevik Bir’e söyledi. Bu talep de reddedildi.”
Darbenin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın hoşgörü ödülü teklifini reddetse de “Gülen hareketi”nin o müthiş azmini(!) kırmaya muvaffak olamaz.
“Madem darbenin komutanı ödülümüzü kabul etmedi, biz de bu ödülü Başkomutana veririz” derler ve başarılı da olurlur.
Başkomutan Süleyman Demirel, toplantıya katılmak ve ödülü almakla marjinal(!) düşüncelere bir mesaj vermiş(!) oluyordu o törende!..
27 Aralık 1997 tarihli Zaman gazetesi, “Demirel’e Şükran Plâketi’nin, Fethullah Hocaefendi tarafından takdim edildiğini” bildiriyordu...
Bu mu darbe karşıtlığı?..
Bu mu;
“Tokat, tekme, çifte ve preslenme?”
Hasan Karakaya - Vakit
4 Aralık 2013 Çarşamba
ASIL MESELE ...
Gezi
saldırısında çapulcular; ‘mesele ağaç değil’ dediler,
Dershane
ayaklanmasında da Hizmet Hareketi; ‘mesele dershane değil’ dediler…
Şimdi asıl
yapılmak istenenin ne olduğunu, asıl mesele neymiş, Emre Uslu'dan okuyalım;
‘İlk olarak hükümetin, Türkiye'nin İsrail ile olan sorunlu ilişkileri Gülen
hareketi içindeki hoşnutsuzluğun kaynaklarından biri. Türkiye’nin İsrail ile
çatışma içinde olmaması gerektiğini düşünüyorlar. Çünkü Gülen hareketi İsrail
ile olan çatışmanın Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırdığını ve ülkeyi İran, Rusya
ve Ortadoğu’ya yakınlaştırdığını düşünüyor.’
Tespiti
yapan Emre Uslu, Todays Zaman’da özetle; 'Cemaat, Türkiye'nin İsrail ile
ilişkilerin bozulmasından rahatsız... Daha açık bir ifade ile, Cemaat, ABD ve
İsrail ile ortak hareket ediyor, Erdoğan bizim ortaklığımızı bozuyor...'
demekte.
İlişkileri
bozan taraf İsrail değilmiş sanki,
Yıllarca
Ortadoğuda dökülen kan ve gözyaşına vesile İsrail değilmiş sanki.
Bozulan
ilişkiler Hizmet Hareketini niye rahatsız eder ki?..
-29 Ocak
2009'da Davos'ta İsrail'e 'öldürmeyin' dendi, Cemaat rahatsız oldu.
-25 Mayıs
2010'da Mit'in başına getirilen Hakan Fidan'dan ilk rahatsız olan İsrail’di,
ikinci ise Cemaat oldu.
-31 Mayıs
2010'da, gayesi Gazze'ye sadece 'insanlık' götürmek olan Mavi Marmara gemisine
alçakça saldırı oldu, 9 vatan evladı şehit oldu. Cemaat, İsrail'in
alçaklığından rahatsız olmadı, Mavi Marmara gemisinden rahatsız oldu. Bu
olaydan dolayı İsrail'in özüründen sonra, Hizmet Hareketinin de özür dilemesi
gerekmez miydi?
Bölgede
İsrail'in hiç bir şeyinden yıllarca rahatsız olmayanlar, Türkiye yönünü
değiştirince, ayağındaki prangalarından kurtulunca Başbakanın her adımından da
rahatsız olmaya başladılar.
Hizmet Hareketi Türkiye'nin
İsrail ile bozulan ilişkilerinden dolayı rahatsız değillerdi sadece.
-Mit müsteşarı
Hakan Fidan’dan rahatsız oldular, rahatsızlığı gidermek için 7 Şubat 2012’de
operasyon yaptılar, olmadı.
-Gezi
saldırısında ön saftan ‘Tayyip istifa’ diye bağırdılar, olmadı.
-Ortadoğuda
İsrail’in hesaplarını bozan Ahmet Davutoğlu’ndan rahatsız oldular, ‘sıfır
sorundan, sıfır komşu’ manşetleriyle Davutoğlun’u itibarsızlaştırmak istediler,
olmadı.
-2010
referandumuyla ülkenin ve milletin önünde en büyük takozlardan olan Askeri
vesayetin boşalttığı boşluğu Hizmet Hareketi vesayeti ile doldurmak istediler,
olmadı.
-Verdikleri
oyun karşılığı olarak devletin anahtarını istediler, olmadı.
Bu
operasyonlarla Başbakan Erdoğan’a diz çöktürüp istedikleri olmayınca da, Gezi
saldırısı misali, Hizmet hareketi 'dershane' ayaklanması başlatarak
istediklerine ulaşacakları vehmine kapıldılar. Bunun böyle olduğunu hem
Geziciler hem de Dershaneciler de def'aten ifade ettiler. 'mesele ağaç değil'
ve 'mesele dershane değil' ifadeleri neyi örtmekte idi? 'Ağaçları kestirmeyiz'
diyerek saldırıya geçen Gezicilerle , 'Dershanemizi kapattırmayız' diyerek
ayaklanan Hizmet hareketi temelde, seçilmiş hükümetin düşürülmesini
istemekteydiler. Tüm planlarını, 'Erdoğan'sız Ak Parti..', hemen ardından 'Ak Partisiz
Türkiye’, üzerine yaparak hedeflerine ulaşmaya çalışacaklardı.
Bunun
hayata geçmesi için, sokakta birbirine selam vermeyen tüm gurupları son bir
yılda bir araya getirdiler. Geçmişte birbirlerine sövenler, birbirlerini
ihanetle suçlayanlar hükümete karşı aynı tarafta yer aldı. Ortak arzuları öce
‘Erdoğan’sız Ak Parti’, sonrasında ‘Ak Partisiz Türkiye’ idi. Son 300 yıldır bu topraklarda sürdürdükleri
emperyal stratejilerinin devamını engelleyecek Türkiye’nin etkin ve aktif
olmasına ve bölgede inisiyatifi ele geçirmesine asla izin veremezlerdi. Egemen
güçler istemese de ‘bölge halklarının Türkiye ve Başbakan Erdoğan’a karşı
duydukları aşırı muhabbet’ özellikle son 100 yıldır bölgeyi sömüren, bölge
insanını aç bırakıp perişan eden, hakları birbirine düşman edip 100 yıl
birbirleri ile kavga ettiren paranın efendilerini rahatsız etmekteydi.
Türkiye'nin
çıkışı ve durdurulmadığı takdirde bu gidişat küresel emperyal hesapları
bozacağı gibi, bölgenin petrol ve doğalgazı tamamen bu toprakların
sahiplerinin kontrolüne geçmesiyle de
çılgına dönmeleri kaçınılmazdı. Yıllarca Türk’ü Kürt’e düşman edip 100 yıl
kavga ettirenler, bize ‘Kürdistan’ kelimesini ağzımıza alınca ‘bölüneceğiz’
korkusu yaşattılar. Yıllarca ertelenen çözüm ve barışı sağlamak adına
başlatılan çözüm süreciyle Türk-Kürt barışmasını sabote etmek adına bölgede
ekonomik üstünlük Türkiye’nin eline geçmesini engellemek için, küresel güçlerin
yıllardır sömürdükleri Ortadoğunun enerji ve petrolünü Türkiye üzerinden
pazarlanmasını durdurmak için yerli görünümlü küresel bir koalisyon
oluşturdular.
Egemen
güçlerin bölgedeki hesap ve hedeflerine ulaşmaları için, 11 yıllık Ak Parti
iktidarının sonlandırılması gerekmekteydi. 2002’den bu yana 3 genel seçim, 2
yerel seçim ve 2 referandumla istediklerini elde edemeyenler, 2010
referandumuyla yeniden planlarını değiştirerek, CHP’yi yeniden dizayn ederek
işe başladılar. Başbakan Erdoğan’a ‘diktatör’ etiketi yapıştırarak
itibarsızlaştırmaya, akabinde karşısında ki parçalı siyasi ve sivil unsurları
bir araya getirmeye başladılar. 11 yıldır farklı yollarda yürüyen Hizmet
Hareketi ile CHP’yi aynı safta birleştirdiler. Bu iki hareketin 11 yıldır
birbirleri için ortaya koydukları ifade ve tezleri bir çırpıda örterek, aynı
ideal uğrunda ortak hareket etme kararı aldırdılar. Hizmet hareketi yayın
guruplarının 11 yıl boyunca CHP’nin 90 yıllık politikalarını ve Genel
Başkanının tüm siyasetini ‘vatana ihanet’ olarak takdim etmesi, karşılığında
CHP Genel Başkanı ve Milletvekillerinin, Hizmet hareketini hedef alan
emniyette, yargıda ve bir çok kurumda kadrolaşmalarını ‘F tipi çetesi’ olarak
millete şikayet etmesi de ‘Erdoğansız Ak Parti’ ve ‘Ak Partisiz Türkiye’
projesinde birlikte hareket etmelerini engellemeye yetmedi.
Hesaplarını
yaptılar ve Deniz Baykal’ı kenara iterek, Kemal Kılıçdaroğlu’nu yeni(!) CHP’nin
başına getirdiler. Kemal Kılıçdaroğlu’na
yükledikleri rol gereği, çıktığı tüm yurt dışı ziyaretlerde baronların istediği
mesajları veriyor, Başbakan Erdoğan’ın 11 yıl boyunca attığı tüm adımları
‘ihanetle’ suçluyordu. Zannetti ki, küresel güçler Erdoğan’ı indirip kendisini
işbaşına getirecekti.
Yıllarca
egemen güçlere çalışan, onların menfaat ve emelleri için var olanlar ve
‘Erdoğan’sız bir Türkiye’nin’ hayaliyle kendilerini avutanlar, Kılıçdaroğlu ile
beraber Gezi’de saf tuttular ve koro halinde hep bir ağızdan; ‘Diktatör Tayyip,
Tayyip istifa’ diyerek 20 gün boyunca bağırdılar. Erdoğan iktidardan düşmeyince
Gezi saldırısını Erdoğan’ı düşürmek için
ilk antreman olarak takdim ettiler.
Kılıçdaroğlu’nun,
Gezi saldırısında en fazla yakıp yıkan vandalların alınlarından öpmesi
‘Erdoğan’ı düşürmeye’ yetmemiş olacak ki, yaptığı yolsuzluktan dolayı Baykal
tarafından CHP’den ihraç edilen Mustafa Sarıgül’ü önce alnından öptürüp
ardından CHP-Sarıgül barışını hayata geçirmek adına Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin
ağır topları ile Sarıgül’ü boğazda aynı sofrada bir araya getirdiler.
Erdoğan’ı
düşürmek için Gezi’de pusuya yatanların içerisinde, egemen güçlerin içerdeki
uzantıları, işbirlikçileri ve taşeronları geçen 6 aylık süreçte bir bir deşifre
oldular. Siyonist lobinin Türkiye Baronu Koç Holding’e ‘Erdoğan’ı düşürmek’
için baş rol verilmişti. Alt kadrosunda Hizmet Hareketi vardı. ‘Erdoğan’ı
düşürmek’ için Koç Holding ile Hizmet Hareketi aynı sofraya oturarak, Üstad
Necip Fazıl’ın lisanıyla; ‘Bugün bizdeki muhalefet, iktidarı düşürme şartıyla,
vatanı düşürmeye razı oldular,’ tam da bu günümüzü özetlemekteydi. Bu
sofradakilerin dünyalık beklentileri için gerekirse vatanın da düşmesi
gerekmekteydi. Siyonistlerin, küresel efendilerin, baronların bu ülke
topraklarındaki hain planlarını anlayabiliriz belki. Ama Hizmet Hareketinin seçilmiş
hükümete karşı aldıkları pozisyonu, egemenlerle beraberliklerini anlayabilmek
bizim gibi düşünenler için oldukça zordur.
Hizmet
hareketinin geçmiş siciline baktığımızda bu topraklarda yaşayan insanların
acılarını hafifletmek, sıkıntılarına çareler üretmek için hiçbir gayretinin
olmadığını görürüz. Onlar müslümanın fitresini toplar, zekatını toplar,
kurbanını toplar ve olimpiyatlarına sponsor oyunuyla Koç’lara aktarırlardı.
Onlar hep egemenlerle hareket etmişler, bu milletin alınterini sömürenlerle, sömürü
fark edilmesin diye milletin önüne takozları koyanlarla kol kola ve gönüle
gönüle olmuşlardır. Egemenlere gösterdikleri ‘hoş görülerini’ bu millet ve
temsilcilerinden hep esirgemişlerdir. Bütün bunlar olmamış gibi dershanelerin
dönüştürülmesini bahane ederek, asıl söylemek istediğini gizleyerek Hizmet
Hareketinin Hocasının; ‘Kolum kanadım kırıldı…’ sızlanmasıyla bizden hoş görü
beklemesi de tam bir aymazlıktır.
-Hizmet
Hareketi, Papa’ya, Merhum Ecevit’e, Demirel’e ve darbecilere gösterdiği ‘hoş
görüsünü’ 11 aylık Başbakanlığında Merhum Erbakan’dan esirgediğinde,
-Merhum
Erbakan’a, ‘Beceremediniz artık bırakın’ diyen manşetler atıldığında,
-Merhum
Erbakan’a söven darbeci alçaklara, ‘demokrat’ dendiğinde,
-‘Başörtüsü
furuattır’ fetvaları verildiğinde,
-‘Başörtüsüne
haddini bildiren’ merhum Ecevit için Allah’tan şefaat yetkisi istendiğinde,
-Mavi
Marmara gemisine İsrail’in yaptığı alçaklığı normal karşılayıp, zalime
‘otorite’ dendiğinde,
-Gezi
saldırısında bu milletin oylarıyla seçilmiş hükümeti düşürmek için pozisyon
alındığında,
-Hizmet
Hareketini bitirmek isteyenlerin planları bozulup, yargılanıp, ömür boyu hapse
mahkum edilmeleri karşısında, ‘yaşlı başlı adamların hesap vermeleri ciğerimi
yakıyor’ dendiğinde, bizim kırılan kollarımızı, paramparça edilen gönüllerimizi
hiç mi düşünmediniz?
Dünyanın
baş belası Siyonizmin tetikçisi İsrail’e duyduğunuz muhabbeti, gösterdiğiniz
ilgiyi, Papa’ya gösterdiğiniz hürmeti, darbecilere gönderdiğiniz tebrik ve
takdir mesajlarınızı gizleyerek, Ak partiye verdiğiniz desteğin karşılığında
’Gayri meşru bir muhabbetin tokadını yediğinizi mi’ ispat etmeye çalıştınız?
Kılıçdaroğlu’nun
Gezide saldıranların alınlarından öpmesi ‘Erdoğan’ı düşeremediği gibi,
Sarıgül’ünüzü alnından öpmesi ve Dershaneleriniz için ayaklanmanız ve alınlarınızdan
öpmesi de ‘Erdoğan’ı düşürmeye yetmeyecektir. Dershanelerinizin dönüşümü bahane
edilerek CHP'ye doğru şerit değiştirmeniz, yayın guruplarınızın idarecileri
Ekrem Dumanlı, Bülent Keneş, adınıza tetikçilik yapan Mehmet Baransu ve
diğerleri köşelerinde yazdıklarıyla, sosyal medyadan ‘diktatör’ saldırılarıyla,
asla ‘asıl meseleyi’ gizleyemeyecekler. Yerel seçimler öncesi içerisinde
olduğunuz yeni oluşumlar, planlar ve oyunlar, yaptığınız ‘Çaregül’ kahvaltıları
da kendi sevenleriniz tarafından karşılık görmeyecektir. Dumanlı, Keneş,
Baransu, Uslu ve diğerleri, sevenlerinizin oylarını bir çuvala doldurup yerel
seçimlerde CHP’nin seçim sandığına boşaltamayacaklar.
Sezai
Karakoç’un lisanıyla;
“Onlar
sanıyorlar ki; biz sussak mesele kalmayacak.
Halbuki biz
sussak tarih susmayacak.
Tarih
sussa, hakikat susmayacak…”
Hizmet
Hareketi yayın gurupları, idarecileri, yazarları ve çizerleri ‘Dershane
ayaklanmasıyla’ tarihi de, hakikati de susturamayacaklar.
Çatlasanız
da, patlasanız da, çıldırsanız da ‘bu toprakları yeniden bu toprakların
sahipleri yönetecektir’ ve bu toprakların sahipleri yeniden dünyanın efendisi
olacaktır...
Yaklaşan
yerel seçimlerde, bu millet Gezi’yle saldıranların, Dershaneyle ayaklananların
hesaplarını bozacak ve milletimiz hedeflerine Erdoğan’la emin adımlarla
yürümeye devam edecektir.
Geziciler ve Dershaneciler
istemese de, Financial Times'in ifadesiyle; 'Türkiye Washington’a baş
kaldırmaktan' asla vazgeçmeyecektir bilesiniz…
04 Aralık 2013
mus@bhy
24 Kasım 2013 Pazar
DERSHANESİZ EĞİTİM
Eğitimde kaliteyi
yükseltmek adına 11 yıl boyunca yapılan sınav ve sistem değişiklikleri ile
eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak için adım üstüne adımlar atıldı. Hükümet 11
yıl boyunca yapılan değişikliklerle eğitimin sıkıntılarına, fırsat eşitsizliği
ayıplarına çareler bulmanın yollarını aradı. 11 yıl boyunca Milli Eğitimde yapılan Bakan
değişiklikleri, sınav sonuçlarını hesaplamadaki katsayı ayıpları, sınav
sistemlerinde süregelen adaletsizlikler nitelikli eğitimin önündeki engelleri
kaldırmaya yetmedi.
1980 den itibaren eğitimdeki
sıkıntıları bitirmek adına dershaneler devreye girdi. Devletin okullarında
verilemeyen bilgi, dershanelerle verilir ümidiyle milletin çocukları
dershaneleri umut olarak görmeye başladı. Dershaneler eğitimin yan kuruluşu
olmasına, asıl olanın okul olmasına rağmen, dershaneler okulunda önüne geçerek, eğitim
sisteminin merkezine oturdu ve böylece okul, eğitimin yan kuruluşu oldu. Ne var
ki, eğitimdeki sıkıntılara, sistemdeki adaletsizliklere dershanelerde çare
olmaya yetmedi. Ücretsiz ders kitabıyla, ülkenin batı ucundaki öğrencisi ile,
doğu ucundaki öğrencisinin aynı konuyu işlediği halde, sınavlarda doğudaki öğrenciyle batıdaki öğrenci aynı
sorulara aynı cevapları veremediler. Yapılan tüm değişiklikler eğitimin
kalitesini yükseltmeye yetmedi ve sıkıntılar artarak devam etti.
Yıllarca çare olarak
sunulan hiçbir tedbir sıkıntıları çözmedi. Her sınavda ‘sıfır’ puan alan
öğrenci sayısının yıldan yıla artışlarının önüne geçilemedi. Kalite yükselmedi.
Eğitimdeki sıkıntılar arttıkça da dershaneler, ticarethane olmaktan öteye
gidemedi.
Tüm değişikliklerin
ardından meselenin halli için mesafe alınamamış olacak ki, ülkenin okullarından
mezun öğrencilerin, Üniversiteye giriş kapısı olarak gördükleri dershanelerle ilgili
hükümet tarafından hazırlanan ‘dönüştürme’ çalışmalarıyla da ‘dershaneli
eğitimin’ sona erdirilerek, ‘dershanesiz eğitime’ geçiş kararıyla eğitim
sisteminde yeni bir çığır açma çabaları başlamış oldu. Başlatılan çalışmayla mevcut
dershaneler okula dönüştürülüp, mevcut sistem yenilenerek okulların asıl maksadına
dönüşüyle dershanelerin verdiği eğitimi, devlet kendi okullarında vererek,
dershaneye giden öğrenci ile imkanı olmayıp gidemeyen öğrenci arasında yarışı
da adaletli hale getirerek, bu vesileyle de milletin her bir ferdi devletin
verdiği eğitim hizmetlerinden bedelsiz olarak faydalanması sağlanmış olacaktı.
Dershaneleri okula
‘dönüştürme’ projesi henüz tasarı haline gelmeden, ‘taslak’ halinde iken,
‘dershanelerimi kapattırmam’ diyen, adına ‘hizmet hareketi’ dedikleri çete
taarruz başlatarak saldırıya geçti. Yayın gurubu mevzilerinden meydan
okumalarıyla, savurdukları tehditlerle, Hükümete dershaneleri dönüştürme
projesinde geri adım attırma gayretiyle saldırılarını sertleştirdiler.
Geçmişte 28 Şubat
darbecileri tarafından İmam-Hatiplerin kapatıldığı günlerde atmadıkları
‘Eğitime Büyük Darbe’ manşetleriyle, dershane konusunda Hükümete saldırının ilk
startını verdiler. Televizyonlarında, dershaneler kapatılırsa ‘gönüllerinin
incineceğini’, millet ve memleket için dershanelerde verdikleri hizmetin
engelleneceğini, ülkede terör olaylarının patlayacağını, memleketin batacağının
saatlerce propagandasını yaptılar.
28 Şubatta,
Müslümanlara yapılan saldırıların olduğu günlerde, işinden ve eşinden olanlara,
tahsil hayatları bitirilip gelecekle ilgili hayalleri karartılanlara
üzülmeyenler, ‘dershanelerin’ kapatılmasıyla ağlaşmaya başladılar. Hizmet
hareketinin hocası emekli vaiz’in verdiği fetvalarla manşetler attılar,
haberler yaptılar. ‘Dershaneleri kapatılmasın’ için, ‘hacet’ namazları
kıldılar, Esmaül Hüsnalarla gece tesbihatları yaptılar. Hızlarını alamayarak,
gerek gazete manşetleriyle, gerek Televizyon haberleriyle ve gerekse Sosyal
medyadan Başbakan Erdoğan’a ‘Firavun, Karun, Diktatör’ diyerek ateş etmeye
başladılar.
Hoca efendi; ‘Firavun
üzerinize doğru geliyorsa, siz doğru yoldasınız demektir…’ demiş…
Yani bu mantığa
göre, dershanelerin okula dönüştürülmesiyle kapatılacak dershaneler için
gösterilen ayaklanmanın doğru olduğunu düşünmeliyiz öylemi?.
Peki, geçmişte
Erbakan yanlış yolda olduğu için mi 4 partisi kapatıldı?
Milletin oylarıyla
seçilen Merve Kavakçı yanlış yolda olduğu için mi, Milletin Meclisinden
kovuldu?
Merve Kavakçı’ya
haddini bildiren Ecevit, doğru yolda olduğu için mi, Allah’tan şefaat yetkisi
istendi?
Başörtülü kızlarımız
yanlış yolda oldukları için mi ikna odalarında başları açtırıldı, ikna olmayıp
başörtülerini açmayanlar okullarından kovuldu?
İmam-Hatipliler
yanlış yolda oldukları için mi, okulları kapatıldı?
Mavi Marmara
gemisindekiler yanlış yolda oldukları için mi şehit sayılmadılar ve bu
alçaklığı yapan İsrail yahudisi ‘otorite’ ilan edildi?
Firavun, hep
mazlumların üzerine giderken, dünyalık düzenimiz bozulmasın diyerek hep
egemenlerle iş tutanlar, zalimler, güç ve güçlüden yana olanlar doğru yolda
oldu. Zalime ve zulme karşı mücadele verenler yanlış yolda oldu öylemi?
Bu milletin oyları
ile siyaset yapan partiler kapatıldığında üzülmeyenler,
Kur’an Kurslarının
kapatıldığında üzülmeyenler,
İmam-Hatipler
kapatıldığında üzülmeyenler,
Merve Kavakçı
Meclisten, Başörtülüler okullarından kovulduğunda üzülmeyenler,
Mavi Marmara
alçaklığı yapıldığında üzülmeyenler,
Bu gün dershanelerin
kapatılmasına üzülmemizi beklemesinler.
Efendiler!
Bu güne dek, bulut
neredeyse, tarlanızı o yöne taşıma çabasında oldunuz. Hem tarlanızı hem de geçmişinizi
hep yanlışlarla doldurdunuz.
Geçmişte
gazetelerinizde attığınız manşetler, bu gün tek tek önünüze konduğunda, o günkü
yazdıklarınızı bu gün gözünüze soktuğumuz da; iftira attığımızdan dem
vurularak, olmadık hakaret ve bühtanlarınıza muhatap oluyoruz.
28 Şubatta askere
övgü olsun diyerek attırdığınız; ‘Asker daha demokrat’, ‘Beceremediniz
bırakın’, ‘Gülen de uyardı’, ‘Hükümet gitsin’ manşetleri iftiramıydı?
İmam-Hatip
okullarını kapatacak 8 yıllık zorunlu kesintisiz eğitimi kanunlaştırmadı
diyerek hükümetten düşürülen Refah-Yol Hükümetinin ardından, 8 yıllık zorunlu kesintisiz eğitim için kurdurulan Anasol-M hükümeti için ‘Hayırlı Olsun’
manşetini siz attınız, bu gün bizler bunu yeniden gündeme taşıyınca olmadık
hakaretlere muhatap olduk.
Dün attığınız
manşetlerden o gün bir rahatsızlığınız olmamıştı, o manşetlerin bu gün yeniden
gündeme gelmesi şimdi niye sizleri rahatsız eder ki? O günde bu günkü
hırsınızla atmıştınız manşetlerinizi, bu günde aynı hırs ve ihtirasla
atmaktasınız manşetlerinizi. Bu gün de gözlerinizi ve gönüllerinizi kapatan
hırsınızla attığınız manşetler gelecekte yeniden gözlerinize sokulacağı da
muhakkaktır.
Cebrail as bile
parti kursa biz siyaset yapmayız dediniz ama, her dönemde gırtlağınıza kadar
siyasetin ortasında oldunuz, fani alemin peşinde savruldunuz durdunuz.
İftira
atıyormuşusuz;
Yalan mı?
Zulme uğramış olan
Müslüman ise zalimden yana oldunuz, kafir ise yasını tuttunuz.
Örtü düşmanı Merhum
Ecevit’ten esirgemediğiniz hoş görünüzü, Merhum Erbakan’dan esirgediniz.
Erbakan’ın siyaseten
önünü kesenlerle, önüne taş koyanlarla işbirliği yaptınız.
Tüm darbeleri
alkışladınız.
Tüm darbecilere
madalyalar verdiniz.
Gezi parkı
saldırısında, Baronlarla kol kola girerek, Küresele çeteyle aynı tarafta
oldunuz, seçilmiş hükümeti düşürmenin teknikleriyle meşgul oldunuz.
Tüm bunları yapan
sizler doğru yolda oldunuz,
Yanlış olduğunuzu
söyleyen bizler iftiracı olduk.
Neden bu kadar üst
perdeden saldırıya geçtiniz?
Dershaneleriniz kapatılırsa
kurduğunuz kapitalist düzen yara mı almış olacak?
7 milyarlık dershane
pastasından aldığınız pay küçüldükçe, ettiğiniz ithamlar, attığınız manşetler,
verdiğiniz mesajlar İslama ve Müslümana yakışıyor mu?
Dershaneler
kapatılırsa "Gönüllerimiz rencide olur..." demiş Hüseyin Gülerce;
Vallahi siz gelin bir de bizi görün, rencide
olacak gönül - mönül bırakmadınız. Ömrünüzde o kadar çok istikamet değişikliği
yaptınız ki, o kadar çok virajlardan döndünüz ki bi oyana bi buyana
savruldunuz. 'Müzebzebîne beyne Zalik' buyurduğu halde Allah, her dönem de bi o
tarafa, bi bu tarafa yalpalayıp durdunuz.
Geçmişte Ecevitçi
oldunuz yüreklerimiz yandı,
Demirelci oldunuz
gönüllerimiz dilhun oldu.
İsrail’e otorite dediniz,
Gezi parkı saldırısında gezici oldunuz, gönüllerimizi ve yüreklerimizi
parçaladınız…
Yani demem o ki;
fesadınızdan hiç vazgeçmediniz, bizlerde de rencide olacak bi gönül
bırakmadınız…
Şimdilerde ortada
kaldınız.
Yaklaşan yerel
seçimler öncesi yeniden CHP ile kolkola girmenin hesabı içerisindesiniz.
Gittiğiniz adresi
müntesiplerinize kabul ettirmek adına girdiğiniz yol, bu defa hesaplarınızı
bozacaktır. ‘İçimiz kan ağlayarak CHP oy vereceğiz’ deseniz de, bu defa sevenlerinizi
götüremeyeceksiniz gittiğiniz yere.
Zira, Yeni bir dünya
kurulurken, Türkiye'de kurulan yeni bir dünyanın tam ortasındayken, bu şerefli
millet 'eğitime darbe' yalanına kanıp Baronların, Koch'ların ve işbirlikçilerin
yoluna gitmeyecektir.
Bir taraftan ‘Zaman
kardeşlik zamanıdır’ diyeceksin, öte tarafta Ortadoğuda ve Güneydoğu bölgemizde
100 yıllık ezberlerin bozulduğu, red ve isyanların bitirildiği gün,
‘Dershanelerin kapatılmasına millet ‘Hayır’ diyor’ manşetiyle çıkacaksın. 100
yıldır bölgenin gerçek sahibi bu toprakların insanlarını, ‘Türkçü-Kürtçü’ yaparak
birbirine düşman edenler, Türkiye bölgede inisiyatifi ele geçirince, ‘Türk ile
Kürtü’ barıştırıp bi sofraya oturtunca, bölgede 100 yıllık hesaplarda bozulmuş
oldu. Şu anda bölgenin petrol ve doğalgazının %85’ini elinde bulunduranlar bu
barışmadan elbette rahatsız olacaklar. Türk ile kürtün barışması, ortak
akıllarıyla yeni bir gelecek oluşturmaları kimyalarını bozdu. Geçmişte bu
milletin çocuklarını şucu, bucu yapanlar, sağcılık-solculukla,
Alevilik-Sünnilikle, Laik-Antilaiklikle, Türk-Kürt olarak bizleri birbirimize
düşman edenler, ‘bölünürsünüz’ diyerek petrol ve doğalgaza sadece seyirci
olmamızı istediler. Türk ile Kürt kardeşliği adına başlatılan ‘çözüm süreciyle’
barışmaya karar verip tüm planları bozulunca, Gezi ayaklanmasıyla saha
inendiler. Gezi saldırısı safların netleşmesi adına hayırlı bir neticeyi de
ortaya koymuş oldu. Gezinin karanlığında dost ve düşmanda saflarını
netleştirmiş oldu. Gezi saldırısıyla istedikleri neticeye ulaşamayan sağdan
soldan ne kadar küresel çetenin tetikçisi varsa, tamamı Dershane ayaklanmasında birleştiler. CHP’nin
Genel Müdürü Kılıçtaroğlu’ndan, CHP’li Milletvekillerinden, Gezi’de ön safta
olan bilumum ‘çapulcular’dan medet uman Hizmet Hareketi, Dershanesiz eğitimin,
Dershanesiz demokrasinin, Dershanesiz kalkınmanın, Dershanesiz kardeşliğin
olmayacağını ve hatta bu ülkede Dershanesiz hiçbir şeyin olmayacağını ispat
etme gayretinde oldular. Kaldı ki; Sayın Başbakanın getirdiği; ‘Bedava arsa,
vergi indirimi, faizsiz kredi ile dershanelerinizi okula dönüştürün, fazla
öğretmenlerinizi mülakatla kadroya alalım…’ önerilerine, ‘istemezük’ diyerek
tüm tekliflere kendilerini kapatanların samimi olduklarına inanmıyorum.
Tüm önerileri reddedip, sonra da eğitimin
kalitesi sadece dershanelerle yükselir dersen buna da kimseyi inandıramazsın.
Geçmişten bu güne dershaneler vardı bu topraklarda da niye kalite yükselmedi. Çarenin
‘dershane’ olmadığını gördü bu millet.
2010 yılından sonra
ayağındaki prangalarından tek tek kurtulan Türkiye, mutlaka bu topraklara bağlı
olmayan, kökleri dışarıya bağlı tüm oluşumların oyunlarını bozacaktır. Türkiye
artık operasyonların yapıldığı ülke değildir.
Bu millet, Gezi
saldırısıyla yapılmak istenen neyse, Dershane ayaklanmasıyla yapılmak istenen
şeyin aynı şey olduğunun farkındadır...
Ve bu şerefli
millet, 1997 yılında darbeci Çevik Bir’e hitaben;
‘Sayın Komutanım,
Genel Kurmayımızın
çok saygıdeğer ikinci Başkanı, isterseniz okullarımızı devredebiliriz’ diyerek
mektup yazdığınızı da unutmayacak,
2013’te dershanelerin
dönüştürülmesine 'Eğitime Darbe' diyerek saldırıya geçtiğinizi de unutmayacaktır
...
Hizmet hareketi, Başbakan
Erdoğan’a ‘Firavun’ demekle, Dershaneli eğitimden, Dershanesiz eğitime dönüşümü engelleyeceğini zannederek aldıkları pozisyonla, hem kendilerine, hem
de sevenlerine yazık ettiler…
24 Kasım 2013
mus@bhy
18 Kasım 2013 Pazartesi
--Sayın Fethullah Gülen Beyefendi’ye AÇIK rapor ve teklifler arzıdır.
Efendim bendeniz zat-ı alinizi 1975 yılından yani 18 yaşımdan beri bilir ve takip ederim. Cemaat mensubunuz sayılmam. Bendeniz tasavvufun Buharalı Muhammet Bahaeddin (ks) ekolüne mensubum.(Nakşi) Akıncılar’a mensup olup, Merhum ve inşallah mağfur Prof. Dr. Necmettin Erbakan Beyefendi’ye destek vermem ve sizin de İslam’a yönelik olarak zannettiğim hizmetlerinizden ötürü MUHABBETİMİZİ celbetmiştiniz. O tarihlerde siyasi tercihinizi klasik bir sağcı davranışı ile Sayın Süleyman Demirel’den yana yapışınızdan veya yeterince tecrübe kazanamamış olmanızdan ötürü OLSA GEREK, Sayın Erbakan’a yönelik ‘’ yüzüne tükürme’’ sözlerini de ihtiva eden eleştirinizi, şaşırmak ve meyus olmakla beraber herhalde MASLAHAT icabıdır diyerek sinemize çekmiştik. 1980 darbesinde arananlar listesinde idiniz. Arandığınıza dair fotoğrafınız, Akıncıların Genel Başkanlarından yoldaşım, arkadaşım bir şahsın fotoğrafı ile beraber aynı afişte yer alıyordu. Tam o sırada, hem de aranırken bir dilekçe ile resmen Diyanet İşleri Başkanlığı’na, İzmir’de fahri VAİZ olmak talebiniz ile müracaat ettiniz. Diyanet İşleri Başkanlığı Türkiye’nin tüm istihbarat birimlerinden bu talebiniz hakkında görüş istedi. İlginç, tüm istihbarat birimlerinden aradıkları şahsın vaizliği için UYGUNDUR cevabı verildi. Sizde sızıntı dergisinin ekim 1980 ayı nüshasının BAŞYAZISINDA, 12 eylül darbesini yapanlara bu hizmeti yapmış olmalarından ötürü ÖVGÜ dolu bir yazı neşrettiniz. Tabii bizler o zamanlar ne olup bittiğini anlayabilecek kadar aydınlanamamıştık. Tıpkı bugün sizin cemaatinizin mensubu olduklarını zanneden sevgili masum GENÇLER GİBİ. Zat-ı alinizin 32 yıl sonra 2012 yılında, 12 eylül darbecilerini nerede ise ‘’ lanetleyen ‘’ bir üslup ile eleştirmeniz bizi yine şaşırttı ve bizler halen yeterince aydınlanamamış olduğumuzu yine idrak ettik. Sayın ŞEHİT Turgut Özal ağabeyimizin, İş Adamlarından BİZZAT maddi yardım toplayarak çalışmalarınıza nasıl destek verdiğine BİZZAT şahit olduk. Dünyanın özellikle geri bıraktırılmış ülkelerinde okullar açarak, o ülkelerin yönetici takımlarının ÇOCUKLARI vasıtası ile gelecek için Türkiye’ye sevgi besleyen KÖPRÜBAŞLARI oluşturmak ile GÖREVLENDİRİLDİĞİNİZİ anladık. Türkiye yönetimleri, organize ettikleri ve imkan tanıdıkları iş adamlarından size destekler sağlamak stratejisini sürdürmeğe devam ederken, Cemaatinizin mensupları olarak kendilerini niteleyen bazı gurupların, ekonomik hayatta TEKEL teşkiline yönelik GESTAPO benzeri tavırlar içine girmeleri, Türkiye’nin birçok müteşebbis iş adamlarını bunaltıyor olmaları, herhalde tarafınızca kontrol altına alınması gereken bir durum olmalı. Uluslar arası bu görevin küresel çete NEOCONLARIN tamamen insiyatifi dışında devam ettirilmesinin zorluğu ve neconların Vatikan vasıtası ile tüm hristiyanları Müslümanlara saldırtan bir uygulamayı başlatmalarını engellemek, en azından yavaşlatılmasını temin etmek için, zat-ı alinizin çok yanlış bir söylem olarak ‘’ dinler arası diyalog ‘’ projesi kapsamında Vatikan ile temasa geçmek üzere GÖREVLENDİRİLDİ ĞİNİZİ elbette halkımızın tümünün anlayabilmesini beklememek gerekir. Gerçi Türkiye’nin Başbakanı’nın bu diyalog adını ‘’ medeniyetler arası diyalog ‘’ söylemine evirmiş olmaları bizi bir nebze ferahlattı ama, ‘’ dinler arası diyalog ‘’ söyleminin özellikle CEMAATİNİZİN mensupları vasıtası ile sebep olduğu yıkımın tamiri için olağanüstü gayret gerekecek. Ne demek istiyorum ! Siz LA İLAHE İLLALLAH ile yetinilemeyeceğini MUHAMMEDEN (SAV) RESULULLAH demeden mümin olunamayacağını ifade buyururken, cemaat mensuplarınızın bir kısmı cennete gitmek için Hz. Muhammet’i(sav) peygamber kabul etmenin gerekmediği şeklinde söylemlerde bulunuyorlar. Hatta bizzat şahitim ki, mahallemizin okulunda önceleri müdürlük yapan, Ankara Çankaya’da merkezi olan misyoner dernek ile ortak olarak bizim orta halli mahallemizdeki öğrenciler üzerinde çalışan ve CEMAATİNİZİN mensubu olarak bilinen bir okul müdürü, Milli Eğitimin kutlu doğum haftasında peygamberimizin anılmasına yönelik GENELGESİNE rağmen, şimdiki okul müdürümüzü bu etkinliği ifa etmekten vazgeçirmeyi başardı ! 1995 yılında Merhum ve inşallah mağfur Sayın Erbakan başkanlığında kurulan hükümet için ‘’ bu hükümetten kurtulmak lazım ‘’ şeklindeki beyanınız bizi şaşırmağa ve meyus kılmağa devam ederken. 28 şubat iktidarını oluşturan ‘’solcu’’ merhum Ecevit ile cemaat mensuplarınızın bazılarının DSP nin sandık müşahitliğini de yapacak kadar dayanışma içine girmenizi yine MASLAHAT gereğidir diyerek yorumladık. 28 şubat iktidarı döneminde emniyet teşkilatı başta olmak üzere tüm kamu kurumlarındaki Tarikatlı, dindar, milliyetçi daha doğrusu sizin cemaatinizin ağabeyleri ile organik ilişkisi olmayan insanları, cemaatinizin mensupları ZANNEDİLEN şahıslar, batı çalışma gurubu adı verilen o alçak ucube GESTAPO örgütüne üstelik FETHULLAHÇI diye gammazlayıp ispiyon ettiler. Bizde Cemaatiniz ile 28 şubat iktidarı arasında karşılıklı FAYDAYA dayalı bir alışveriş, bir MASLAHATTIR diyerek sineye çektik. Gerçi bu MASLAHAT sonunda sizi Pensilvanya da yaşamak ZORUNDA kalacağınız noktaya götürdü. Daha sonra cemaatinizin 28 şubat davranışlarına ve ergeneocon ( ERGENEKON) CUNTACILIĞINA karşı Sayın Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi’nin KEFEN giyerek verdikleri mücadeleye destek vermesi bizi mesrur ederken, bu defa Sayın Başbakan’dan MİLLETVEKİLİ listelerinde cemaatinizin 81 adet milletvekili talebinin Başbakan tarafından REDDEDİLİŞİNE kızan bazı sempatizanlarınızın, Sayın Başbakan’a nasıl da düşman kesildiklerini gözlemlerken, ALIŞ- VERİŞİN cemaatiniz tarafından gerçekten çok mahirce uygulanışına doğrusu hayretle şahit olduk. Hal bu ki zat-ı aliniz hizmet karşılığında sizlerin, cemaatinizin hiç kimseden asla bir karşılık beklemediğinizi HAYKIRIYORDUNUZ. O zaman cemaatiniz içinde, size RAĞMEN davranan belki de Tutsak olduğunuz ABD nin NEOCONLARI ile direk temasta olan, aynen ergeneocon ( Ergenekon ) gibi bir çeteleşme cemaatinizi kontrol ediyor mudur!? Gerçi bu doğal olabilir. Yine 28 şubatta mağdur edilen Milli görüş camiasının içinden de, daha sonra 28 şubatçı ergeneocon çetesinin tutuklanan mensuplarını savunan bazı AĞA-BEYLER çıkmıştı. Merhum ve inşallah mağfur Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin (ks) kızından torunu Sayın Ahmet Denizolgun isimli, Sayın Erbakan’ın Bakan yaptığı, ABD nde yetişmiş,2 8 şubatta sayın erbakan’ı HEMEN terk eden ( herhalde MASLAHAT icabıdır) şahsa maalesef yöneticiliği devredilen, Süleyman cı olarak bilinen cemaatin bazı mensupları da, Antalya’da Başörtüsü düşmanlığı ile tanınan üniversite rektörünü, belediye meclis üyeliği PAZARLIKLARI ile destekleyerek CHP den belediye başkanı yapmışlardı. Herhalde bu Muaviye tarzı alış veriş stratejileri cemaatçilikten RANT devşiren tüm şahısların ortak karakterleri olsa GEREK. Peygamberimizin (sav) aziz SAHABELERİNİN sanki zamanımızdaki izdüşümleri MAVİ MARMARA şehitlerinin, Hz. Ali (kvra) fetalığına eş fetalık örneği sergileyerek, canlarını kardeşleri Müslümanlara ikram edişleri karşısındaki, hiçte gerekmediği halde bu davranışın yanlış olduğuna dair verdiğiniz demeci , ABD de yürüttüğünüz görevin selameti için, tutsaklığınızın zorunlu sonucu olarak, içiniz kan ağlayarak fedakarca yaptığınız bir hareket olduğu telakkisi ile yine sineye çektik. Küresel cinayet şebekelerina karşı dünyada verilen adalet mücadelesinin fiilen önderliğini yapan Türkiye’nin başbakanına karşı , tam da mücadelenin en kızıştığı zamanda Milli İstihbarat Müsteşarımız üzerinden uygulanmak istenen operasyonun, CEMiAATİNİZ içinde yuvalanmış ergeneoconik yapının mensuplarınca ifa edilmesi, olağanüstü mahkemelerin lağvedilerek onların yerlerine bölge mahkemelerinin kurulmalarını mecbur kıldı. Cemaatiniz içinde yuvalanmış olan çetenin devlet kadrolarını ele geçirmek için sizin isminiz altında kamuda yaptıkları KIYIM ayyuka çıktı. Her cenahtan nefret topluyorlar. Düşmanlık ekiyorlar.
Cemaatinize mensup olduklarını beyan eden BAZI şahısların, MİT müsteşarımız sayın Hakan Fidan’a, CİA, MOSSAD , Bazı gezi parkı canileri ve Bazı güya gazeteciler ile BİRLİKTE düşmanlık etmekte birleşiyor olmalarını bizzat sizin vuzuha kavuşturmanız gerekiyor. Tüm cemaatlere İTTİHAT çağrısı yaptığınız konuşmanız her şeye rağmen bendenizi mesrur etti. Ama şimdi ortada koskoca bir soru var. Nerede , ne için, nasıl ittihat. Lütfen dikkat ediniz bir Nakşi olarak ifade ediyorum. Bu ittihat devletin kadrolarını ELE GEÇİRMEK, Kamu ihalelerini paylaşmak ve bunun gibi sebepler ile cemaatlerin içine çöreklenmiş Rantiye münafıkların arasında bir ittihada dönüşmesin. Sirk soytarısı misali tarikat şeyhi iddiası ile ( haşa mürşitlerden )ortalığı kirleten sahtekar tiplerin varlığının, insiyatifin dervişlerin elinden çıkmasına sebep olmaması gerektiği gibi, buna mani olunmasının HAYATİ bir önem taşıdığı gerçeği sizin cemaatiniz için de geçerlidir. Keyfiyeti yüksek murakabelerinize saygı ile arz ederim.
Murat Bahadır Akkoyunlu Akıncı Mümin Türk
3 Kasım 2013 Pazar
Hicret
Hicret, yeni bir imkan,
Yeni bir mekan,
Yeni bir medeniyet merkezi,
Yeni bir Medine arayışıdır.
Hicret, muhacire ensar arayışıdır.
Hicret; batıldan Hakk’a,
Zulümden adalete,
Karanlıktan aydınlığa,
Şerden hayra,
Şerden hayra,
Kötülükten iyiliğe koşuştur…
Hicret; ayıpları, günahları terkederek,
Bizleri esir alan makamdan, servetten, şehvetten ve şöhretten,
Rahmete göçüştür.
Hasılı Hicret, bir hayat tarzıdır.
Bizler için yeni bir başlangıçtır...
Yeni bir yıl kutlu olsun,
Siz ve sevdikleriniz için hayırların tecellisine vesile olsun vesselam…
1 Kasım 2013 Cuma
DARAĞACINDAN MECLİS’E…
‘Egemenlik kayıtsız
ve şartsız Milletindi’ ama milletin başındaki örtüsü Milletin Meclisine giremedi
79 yıl boyunca. Bu egemenlik hakkı hep
elinden alınmak istendi…
Yapılan devrimlerin
hep bu milletin egemenlik haklarını ellerinden alınmak için yapıldığını, yine
bu milletin insanlarına yapılan zulümlerinden görmekteyiz. Güya devrim adına Türk
kadınına 1934’te lutfettikleri 'seçme ve
seçilme' hakkını 79 yıl boyunca kullandırmadılar. Yani Türk kadını daha da
özgürleşmek adına 1934’te aldığı ‘seçme’ hakkının ardından ‘seçilme’
hakkını ancak 2013’te alabildi. Ya da başı örtülü Türk kadını 1934’te aldığı ‘seçme’
hakkından sonra, ‘seçilme’ hakkına ancak
2013’te ulaşmış oldu. Yani Türk kadını arasında ‘eşitlik’ ancak 79 yıl
sonra gerçekleşmiş oldu.
Tabi bu güne
gelirken çok çileler çekildi, çok göz yaşları döküldü, çok canlar yandı bu
topraklarda…
Geriye dönüp
baktığımızda, Nene Hatunları, Kara Fatmaları ve Şalcı Bacıları görürüz.
1925 yılında
çıkardıkları; ‘Erekekler şapka giymek, kadınlar başlarını açmak zorundadır’
kanununun kararttığı o günlerde, Erzurum’lu Şalcı Bacı’yı başındaki örtüsünden
dolayı idam ederek korkuttukları Anadolu insanını susturup, konuşamaz hale
getirerek devrimlerini gerçekleştirdiler. Susmayıp konuşanları da ‘istiklal
mahkemelerinde’ yargısız infaz ederek yol almaya çalıştılar. Devrimlerle
kurdukları rejim, İskilipli Atıf’ların, Şalcı Bacı’ların kanları üzerine
kurulmuştur. 1950’ye kadar Tek Parti diktatörlüğü yaşandı bu topraklarda, ama tarih kitaplarında diktatörler ‘kahraman’ olarak takdim edildi.
Yine geriye dönüp
baktığımızda, 1960’lar dan Hatice Babacan’ları, 1970’lerden Şule Yüksel
Şenler’leri hatırladık.
Sonra 1980’leri,
1990’ları hatırlıyoruz. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi mezuniyet töreninde okul birincisi
öğrenciye ‘başı örtülü’ olduğu gerekçesiyle diplomasının verilmediğine şahit
olduk.
1999 yılında, bu
milletin oyları ile ‘Milletin Vekili’ olan Merve Kavakçı Hanımefendinin başındaki
örtüsünden dolayı Milletin Meclisinden kovulmasını, akabinde yine başındaki
örtüsü vesilesiyle ‘Türk vatandaşlığından’ çıkarıldığını gördük.
80 yılda binlerce,
on binlerce, milyonlarca acı dolu hikayeye şahit olduk…
Ve yıllarca dökülen göz
yaşları ve çekilen çilelerin ardından bu gün…
31 Ekim 2013
tarihini yazın tarihin en güzel sayfalarına.
Bu günü kazıyın
belleklerinize.
Bu gün tarih yeniden yazıldı...
Bundan sonraki
nesillere anlatacağımız, aktaracağımız gün bu gündür.
Bu gün;
79 yıl boyunca,
'seçme' hakkı kullandırılıp, 'seçilme' hakkı kullandırılmayan, adına 'kamusal
alan' dedikleri bu Milletin Meclisinden kovulanların, başındaki örtüsünden
dolayı horlananların, yıllarca döktükleri göz yaşıyla, sabırla edilen duaların
kabul edildiği gündür...
İkna odalarında varoluş
hakikatleri yerine gelecek hikayeleri ile ikna etmeye çalışanlar,
İkna olmayanları
'Arabistan'a gönderenler,
Onları 'yarasaya'
benzetenler,
Yetmezmiş gibi
'haddini' bildirenler,
Bu gün bakın ve
görün, başörtülüler Arabistan'a gittiler ve dönüşte Milletin Meclisine
geldiler.
Yarasa diyerek
haddini bildirenler de tarihin zifiri karanlığında yok oldular gittiler…
Çekilen çilelerden sonra,
ödenen bedellerden sonra;
Günümüzün Şalcı
Bacı’larını, Nene Hatun’larını, Kara Fatma’larını, Hatice Babacan’larını, Şule
Yüksel Şenler’lerini, Merve Kavakçı’larını tebrik ediyorum. Bu gün Milletin
Meclisine başörtüsünün girmesi bu hanımefendilerin o gün eğilmeden, bükülmeden
ortaya koydukları mücadeleler, çaba ve gayretlerle olmuştur.
Başörtüsünü bu
Milletin Meclisinde görebilmemize vesile olanlara selam olsun, Rabbımıza da sayısız Hamd ve sınırsız Şükr
olsun vesselam...
01 Kasım 2013
mus@bhy
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)