Translate

28 Ekim 2014 Salı

KIRMIZI KİTAP



Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında alınan kararlar Hükümetlere  tavsiye niteliğinde olduğu gibi 28 Şubat 1997 MGK kararları da tavsiye niteliğinde  idi ama Yasaları ve Anayasayı çiğneyerek 1000 yıl sürdüreceklerine yemin ettikleri süreçte aldıkları kararları öylesine uyguladılar ki vahşice bu millete, bu milletin değerlerine saldırmışlar ve Milletimizin üzerine karabasan misali çullanmışlardı.
Askeriyle - Siviliyle, İşvereni - İşçisiyle, Medyasıyla - Patronuyla,  içerden Paraleller - dışardan Küreseller top yekun saldırıya geçmişlerdi.
Milli Güvenlik Kurulunda aldıkları kararlarla milletimizin tüm kazanımları ellerinden alınmış,
Bu milleti bu milletin evlatları idare etsin diyenlerin Partileri kapatılmış,  siyasetten uzaklaştırılmış,
Dindarlar Siyasetten, Bürokrasiden, İş dünyasından,  Medyadan  bertaraf edilmişti.
O günlerde hafızalarımıza kazınan Refah Partisinin kapatılması,
Genel Başkanı Merhum Erbakan’ın 5 yıl siyasi yasaklı olması,
MGV’nin yurtlarının kapatılması, varlıklarına el konulması,
Başörtüsüyle seçilmiş Millet Vekilinin, Milletin Meclisinden kovulması içimizi acıtmış, yüreklerimizi dilhun etmişti.

28 Şubat’ta Milli Güvenlik  Kurulunda alınan kararlarla, Milli Siyaset belgesi olarak bilinen Kırmızı Kitabın içerisine  ‘İslam=İrtica, Müslüman=Mürteci’ olarak girmişti.
Yapılan darbenin, Anayasa ve Yasalara aykırı olduğunu,  anti demokratik  bir zulüm olduğunu yazan - çizen ve haykıran medya mensubu, yazar ve çizerler ‘andıç’larla bertaraf edilmişti.


O karanlık günlerde milletimizin büyük çoğunluğuna bu baskılar yapılırken, büyük bir kuşatmayla insanların ocakları söndürülürken, o günlerde Cemaatın Hocasına - Şakirtine, Okuluna  - Üniversitesine, Dershanesine - Yurduna dokunulmamıştı.
Hatta “Ecevit’e Allah’tan şefaat yetkisi” istenmesiyle,
“Beceremediniz, Bırakın!” manşetlerinden sonra dindar ve mütedeyyinlerden boşaltılan tüm saha Paralel medyanın yazar ve çizerlerine, bürokrat ve işadamlarına tahsis edilmesiyle bugünkü Paralel İhanet Çetesi o günlerde resmen kurulmuştu.
1000 yıl sürecek dedikleri o karanlık süreç  12 Eylül 2010’da milletimizin iradesiyle tüm kurumlarıyla tasfiye edilince, bu topraklarda bu milletin ayağa kalkmasını, doğrulup koşmasını durdurmak için tezgahlanan Paralel İhanet Çetesi de ortaya çıkmış oldu…
1999 Mart’ından itibaren Paralel İhanet Çetesi Pensilvanya merkezinden tayin edilen Ülke İmamı, Bölge İmamı, İl İmamı, İlçe İmamı atayarak, hem kurumları, hem de sermaye ve iş dünyasını ele geçirmek suretiyle istedikleri  hedeflere ulaşabilmenin çabasında oldular.
Paralel Emniyeti kurabilmek için çaldıkları sorularla kendi Paralel Polis gücünü oluşturdular,
Paralel Yargıyı kurabilmek için çaldıkları sorularla kendi Hakim ve Savcılarını atadılar. Karşı çıkanları uydurdukları naylon örgütlerle yargılayıp mahkum ettiler.
Kendilerinden olmayan Siyasetçi - Bürokrat, İşadamı - İşçi, Medya ve Patronları, Yazar ve Çizerlerini oluşturdukları kaset arşivleriyle önce susturmak, sonra da şantajlarla kendi taraflarına çekmek suretiyle ihanetlerini örtebilmenin şerefsizliğini yaşadılar.
Emniyet, Yargı, Bakanlıklar ve STK’larda ellerine geçen imkanların tamamını, bu ülkeye ve bu millete ihanet için kullandılar.

Devletin güvenliği ve kurumları milletimizin iradesiyle,
Hükümetin başı Başbakan’a,
Cumhurun başı Cumhurbaşkanına emanet edilmiştir.
Bu emanete kimler ihanet ettiyse bedelini de ödemelidir.
MGK toplantısı 28 Şubat’ta milletimiz için ne kadar önemli ise, 30 Ekim 2014 MGK toplantısı da o denli önemlidir.
O gün milletimizin, inandığı değerlerle arasına duvarlar örüldüğü için önemliydi,
Bu gün de o duvarları örenlerin tasfiye edileceği için önemlidir.
O gün Milli Güvenlik Siyaset Belgesi olarak bilinen Kırmızı Kitabın başına "İslam'ı terör örgütü, Müslümanı terörist" yazanları alkışlayanlar, “Asker Erbakan’dan daha demokrat” diye manşet attıran hainler,
30 Ekim MGK’sında Kırmızı Kitabın başına “Paralel İhanet Çetesi terör örgütü ve müntesipleri de terörist” olarak yazılacak.

Çıldırıyorlar!
Paralel Medyalarından 13 maddelik ültimatomlarla MGK’ya gündem belirleme telaşındalar.
İstiyorlar ki; yaptığımız ihanetler yanımıza kalsın…
İstiyorlar ki;
7 Şubat operasyonunu yapanlar,
Gezi saldırısında Küresellerin tetikçiliğini yapanlar,
17-25 Aralık operasyonlarıyla ülkenin seçilmiş Başbakanına diz çöktürmek isteyenler,
Ülkenin ve milletin kozmik bilgilerini küresel merkezlere satanlar,
Mit tırlarını durduranlar,
Bu topraklarda ve Coğrafyamızda başlatılan Çözüm Sürecini durdurmak için her türlü alçaklığı yapanlar,
Paralel medyalarından sabah-akşam 24 saat sövenler,
Pensilvanya’dan Yahudiye dua, Müslümana beddualar üfleyenler,
Çaldıkları sorularla kurdukları Paralel Emniyet ve Paralel Yargı üzerinden ocakları söndürenler,
Oluşturdukları kaset arşivleriyle siyaseti, bürokrasiyi, işdünyasını dizayn edenler yargılanmasın, yaptıkları ihanetlerin bedeli ödenmesin istiyorlar…

Çatlasanız da, patlasanız da her türlü şerefsizliği yapsanız da ihanetleriniz cezasız kalmayacak ve inlerinize girilecek.
İşte 28 Şubat MGK’sında alınan; “İslam Terör Örgütüdür, Müslüman Teröristtir…” kararı,
30 Ekim 2014 MGK’sında Milli Güvenlik Siyaset Belgesine girecek olan, “Paralel İhanet Çetesi Terör Örgütüdür, bu kadar ihanetten sonra hala müntesibi olanlar da Teröristtir…” kararıyla değiştirilecektir…
Milletimizin güvenliği ve Yeni Türkiye’nin tüm kurumlarıyla inşa edilmesi için, Kırmızı Kitapta Paralel İhanet Çetesi Terör Örgütü, müntesipleri de Terörist olarak yerini almalıdır ve tez elden tüm Paralel Hainlerin inlerine girilmelidir.
Çetenin inlerinin anahtarı da Kırmızı Kitapta saklıdır…


28 Ekim 2014

mus@bhy

11 Ekim 2014 Cumartesi

SONA DOĞRU




Suriye'nin Esed'i 4 yıldır kan döküyor.

250 bin Suriye'li vatandaş Esed tarafından öldürülmüş, öldüremediği 1,5 milyon Suriyeli Kürt, Türkmen, Ezidi, Nusayri, Hristiyan vatandaş Türkiye'de misafir ediliyor.

Tunus'ta Bin Ali'nin,

Mısır'da Mübarek'in,

Libya'da Kaddafi'nin,

Irak'ta Saddam'ın,

Suriye'de Baba Esed'in 30 yılda döktüğü kan, acıtmadığı yürek,

Ortadoğunun evlatlarının çektikleri çileler yetmemiş olacak ki,

Son 4 yıldır oğul Esed'in kendi vatandaşını öldürmesini seyredenler!

2002 yılında projesini yaptıkları BOP'la Ortadoğuyu yeniden şekillendirecek, sınırları ve rejimleri değiştirmeyi uman Küreseller, 2007 yılında Tunus'tan düğmeye basarak 40 yıllık kendi diktatörleri Bin Ali'yi indirdiler.

Ardından yapılan seçimlerle Gannuşi'nin Nahda'sının iktidara geleceğini düşünemediler.

Küresellerin diktikleri Libya'da Kaddafi, Mısır'da Mübarek diktatörlükleri Küresel Operasyonla yıkılınca, yapılan seçimlerle yerlerine gelen İhvan-ı Müslimin iktidarlarının kabinelerinin Erdoğan'ın aklıyla şekillenmesi Küresellerin BOP'larını altüst etmeye yetmişti.

Arap Baharı dedikleri dalga Suriye'de Esed diktatörlüğüne geldiğinde BOP'larını durdurma kararı aldılar. BOP'larından vaz geçtiler, Esed'e olabildiğince silah ve lojistik destek verip döndüler Türkiye'ye "Suriye'ye gir Esed'i vur ve çık" dediler. Türkiye'de kendisi girmek yerine Suriye'deki muhalif unsurları destekleyerek Esed'i indirmeyi denedi. Muhalif unsurların başında İhvan-ı Müslimin, Özgür Suriye Ordusu, Türkmenler ve fırkalara ayrılmış Kürt guruplar vardı.

Kahire'nin Rabiatül Adeviyye'sinde sahur vakti 2.000  İhvan'ı kurşuna dizen Sisi'ye karşı silaha başvurmayan İhvanı Müslimin, Suriye'de de  silaha yaklaşmadı, elini tetiğe uzatmadı. İhvan dışında kalan unsurlar Türkiye'ninde desteğiyle Suriye'de Esed rejimine başkaldırdı. Bi tarafta Türkiye'de ki demokratik modeli Suriye'de hayata geçirmek isteyen Türkiye, karşı tarafta 100 yıldır Ortadoğuda kurdukları zalim diktatörlüklerle kendi halkının kan ve göz yaşını dökerek emperyal tezgahın aktörleri Küreseller!

Suriye'de Esed küresel destekle kendi vatandaşının kanını dökmeye devam ederken, Küreseller de boş durmuyor önce bölgenin büyük ağabeyi Türkiye'de Gezi ile Erdoğan'ı indirmeyi deniyor, mümkün olmayınca hemen yanı başında bölgenin küçük ağabeyi Mısır'da Mursi'ye darbe yapıyordu.

Mısır darbesini takip eden zaman dilimin de, ne Mısır’da, ne Libya’da, ne Suriye’de 100 yıldır dökülen kan durmadı. Tek dert, Türkiye’de 12 yıldır indiremedikleri Recep Tayyip Erdoğan’dı. Erdoğan hem kendisine yapılan Gezi ve 17-25 Aralık darbe girişimlerine karşı dim dik durdu, hem de bölgenin mazlum ve mağdurlarına elini uzattı. Esed’in kurşunlarından kaçan, evlerini yurtlarını terkeden 1,5 milyon Suriye’li vatandaşın ırkına, mezhebine ve meşrebine bakmadan misafir edebilmenin gururunu yaşadı. Yediğinden yedirdi, giydiğinden giydirdi. Sağlık ve barınma hizmetleriyle bölgede büyük ağabey olmanın gereğini yerine getirdi.

Tüm planları, projeleri alt üst olan Küreseller içerden işbirlikçileri Paraleller son bi hamleyle 4 yıldır yapmak isteyipte yapamadıklarını hayata geçirmenin, hem bölgede hem de Türkiye’de Erdoğan’dan kurtulmanın çarelerini aradılar. Son çare IŞİD terör örgütü üzerinden, bölgede Erdoğan’a destek veren tüm unsurları yok etmeyi, özellikle Esed’e destek vermeyen Kürt grupların üzerine giderek netice alacaklarını düşündüler. Salih Müslim’in PYD’sini Esed’in yanına monte etmek suretiyle, Esed’in ve IŞİD’in zulmünden kaçan Kürtler Kobane merkezine sığındılar. Bölge de Erdoğan’la birlikte hareket eden Barzani’yi köşeye sıkıştırmak adına Musul’u  IŞİD’e teslim edenler, bi adım sonra Suriye’nin Rakka’sını, Halep’ini ve Tel Abyad’ını da teslim ettiler. Rakka’nın, Halep’in ve Tel Abyad’ın Türkmenleri, Kürtleri ve tüm mazlumları bu üçgenin tam ortasında 45 bin nüfuslu Kobane’ye sığındılar. 25 gün boyunca IŞİD’in kuşatması altında kalan Kobane, Esed’in maaşlı elemanı Salih Müslim’in ihanetleri sonucunda çaresiz kalınca, 3 günde 180 bin insan ırz ve namuslarını kurtarmak adına Erdoğan’ın uzatılan eline sarıldılar. Tam da bu sırada Küresellerin içimizdeki işbirlikçileri HDP ve CHP provokasyonlarıyla Diyarbakır sokaklarına indiler. Yaktılar, yıktılar, yağmaladılar ve 40 canı katlettiler.

Küreseller böylesi bi planla daha evvelce de üzerimize gelmişlerdi. Ama ne çare ki 30 Mart ve 10 Ağustos seçimleri heveslerini kursaklarında bırakmıştı.

Tayyip bey bölgenin evlatlarının kardeşliğini sağlamak için ortaya koyduğu “Çözüm sürecini başarıya ulaştırmak için elimi, bedenimi, canımı ortaya koydum” dedikçe  çıldırmaya devam etseler de, Türküyle, Kürdüyle bu toprakların evlatları hem çözüm sürecine hem de bu topraklara sarılmaya devam ediyor.

Bir yıllık iktidarında İsrail’in, Gazze’nin boğazını sıkmak için kapalı tuttuğu ‘Refah’ kapısını açmak suretiyle Gazze’li mazlumların rahat nefes almalarına vesile olan Mursi’ye, Sisi’nin darbesiyle bedel ödettirenler, bölgenin mazlumlarına nefes aldıracak, Kürdü, Türke kardeş yapacak, bu vesileyle bizim olan topraklarımızı 100 yıllık sömürünün ardından yeniden ele geçirmemize vesile olacak Çözüm Sürecini durdurmayı başaramayacaklar.

100 yıldır bu topraklarda Küreseller plan yaptı, oyun kurdu,

Türküyle-Kürdü, Alevisiyle-Sünnisi, Arabıyla-Acemi, Çerkeziyle-Lazıyla bedellerini bu toprakların evlatları ödedi,

         Türk gencinin, Kürt gencinin kanı döküldü, milletimizin anaları ağladı.

2010 sonrası bu topraklarda analar ağlamasın, akan kan-göz yaşı dinsin diye planları bu toprakların evlatları yapıyor.

         Oyunu biz kurar, planları biz hayata geçirirsek küresellerin 100 yıllık saltanatlarını başlarına geçecektir.

İşte şu anda verilen kavgaya, çektiğimiz sancılara sebep, durduramadıkları Çözüm süreci ve bu süreçte attıramadıkları geri adımdır.

Şimdi bu toprakların evlatları oyun kuruyor, Küresel ve Paralel düşmanlar çıldırıyor.

Ne yapsanız olmuyor, olmayacak!

Bu topraklarda Yeni Türkiye kurulacak ve Yeni Türkiye’nin son sürprizi Türküyle-Türkmeniyle, Arabıyla-Kürdüyle Yeniden Büyük Türkiye olacaktır.

Bu toprakların evlatlarının otobana çıkışını, Yeni Türkiye yolunda koşusunu durduramayacaklar...

Belki de IŞİD Küresel kan ve silah baronları için otoban öncesi son çıkış ama, IŞİD, Esed’in de yıkılışını durduramayacak.

…ve böylece 60 yıldır bölgede terör estiren ama bu günlerde sesini çıkarmadan Esed’i ve IŞİD’i izleyen Güneyde sevdiğiniz Ülke kininden tırnaklarını yemeye devam edecek!...



11 Ekim 2014

mus@bhy

2 Ekim 2014 Perşembe

ASLINDA NE OLDU?



Ak Parti’nin iktidara geldiği 2002’den 2014’e, son 12 yılda bu topraklarda aslında ne oldu?
İçerisinden geçtiğimiz zaman diliminde gelişen olayları, alınan neticeleri göremezsek, Eski Türkiye’den Yeni Türkiye’ye değişimi de ıskalamış oluruz.
2002 yılından itibaren başlayan yeni süreçte Yeni Türkiye yolunda alınan mesafeyi görebilmekte ancak fotoğrafın parçalarını birleştirmekle mümkündür. Büyük fotoğrafı net görebilirsek, bu sürecin kazananını ve kaybedenini de ortaya çıkarmış oluruz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aklıyla şekillenen yeni fotoğrafın ortaya çıkış hikayesini özetlemek isterim.
90 yıllık zaman diliminde bu toprakları idare edenler ne zaman bu ülkeyi milli bir çizgiye çekmek istemişse, yine bu milletin evlatlarından oluştuğunu zannettiğimiz Ordu tarafından darbe ve muhtıralarla iktidarlar el değiştirdi. Ordunun milli irade üzerinde oluşturduğu vesayet 2002 yılına kadar hiç eksik olmadı.
Gün oldu, Küresellerin Ordunun içerisine yerleştirdikleri 37 kişilik cuntayla Ezanın dilini yeniden “Allah-u Ekber”e çeviren Merhum Adnan Menderes’i iktidardan indirip astılar,
Gün oldu, milletin kaynaklarını sömürebilmek için Ordu üzerinden yönetime el koydular,
Gün oldu, milleti değerleriyle barıştıran, milletin kaynaklarına sahip çıkan Merhum Erbakan’ı Ordu üzerinden post modern darbeyle iktidardan indirdiler.
90 yıllık zaman diliminde milletin iradesinin, değerlerinin ve arzularının Ordu içerisindeki vesayetçi ve darbeci cunta için hiçbir bir kıymeti olmadı ve hep onların dediği oldu.
Ve nihayet 2002 yılına gelindiğinde, 90 yıldır milletin ensesinde keyif süren Askeri vesayetin yıkılması ve yok edilmesiyle ülkenin evlatlarının yeniden ayağa kalkması, kendi kaynaklarına sahip çıkması süreci de başlamış oldu.
Erdoğan’ın aklıyla şekillenen plan devreye girdi ve Ülkenin önünü açacak, milletimizi yeniden ayağa kaldıracak adımlar ardı ardına atılmaya başlandı.
2007 yılında başlayan Ergenekon dalgalarıyla başlayan yeni sürecin sonunda kazanan ve kaybedeni görebilmek ancak 2014 yılında mümkün olacaktı.
İmzasız ihbar mektupları, gizli dinlemelerle elde edilmiş tapeler, gizli tanıklar ve oluşturulmuş bavullar dolusu belgeler, atılan bir kısmı doğru, bir kısmı abartılı manşetlerle yeni süreç başlamış oldu.
Yeni süreçle herkes bir kişisel hesap peşindeydi.
Bi tarafta Ordunun kurduğu vesayeti yok edip yeni bir vesayet kurmak için kendisine alan açmak isteyen Paralel Yapı,
Diğer tarafta, 90 yıldır bu topraklarda küresellerin kurduğu tezgahı ayakta tutabilmek için var olan Ordu içerisindeki darbeci yapıyı yok edip, Orduyu milletin Ordusu yapmak isteyen bir irade.
Erdoğan için birinci öncelik küresellerin Ordu içerisine yerleştirdiği yapıyı tasfiye etmekti. 2-3 yıllık bir mücadeleyle Yeni Türkiye’nin ilk adımı da atılmış oldu.
Böylece Ordu içerisindeki, ‘İslamı irtica, müslümanı mürteci’ gören, insanların başındaki örtüsünü, parmağındaki yüzüğünü tehlike gören cunta tasfiye edilmiş oldu.
Siyasi İktidar tarafından milletin önüne getirilip, milletin iradesiyle yapılan 2 Referandumla, açılan ‘Demokratikleşme Paketleriyle’ Yeni Türkiye yolunda ikinci ve üçüncü adımlar da atılmış oldu.
İstihbarat Teşkilatının Müsteşarının değişimiyle başlatılan süreçle, küresellerin ülkemizde ve bölgemizde keyiflerine göre at koşturması dönemi bitiyor, eski Türkiye’de ancak istedikleri kadar  istihbaratı Mit’e veren küresel servisler, yeni süreçte bilgi akışı tersine dönecek, istihbaratı bölgede  toplayan Mit, ancak istediği kadar bilgiyi küresel servislerle paylaşır hale gelmişti.
Ordunun, Bürokrasinin ve Mit’in milli bir çizgiye gelmesiyle artık hiçbir şey eskisi gibi olmuyor, Ülkenin Ordusu ve Mit’i Siyasi İktidarla aynı dili kullanıyor ve aynı yolda yürüyorlardı. Erdoğan hangi yöne giderse Ordu ve Mit’te aynı yöne yürüyordu.
Ancak 12 yılda bu yöne dönmeyen, bu yolda yürümeyen Medya ve İş dünyası, eski Türkiye yolunda eski alışkanlıklarına devam ediyorlardı.
Eskiden Çevik Bir’in medyanın amiral gemisi Hürriyetin Genel Yayın Yönetmeni olduğu Eski Türkiye’de, Çevik Bir’den gelen talimatlarla manşet atıp köşelerde yazanların eski alışkanlıklarını terk edememeleri, Yeni Türkiye’nin diline yabancı olduklarını, Yeni Türkiye yolunda yürümemek için direnmeleri de manşetlerine yansımaktaydı.
Eski Türkiye’den Yeni Türkiye’ye geçişte Ordu direnmedi, Bürokrasi direnmedi, Mit direnmedi ama Medya ve İş dünyası direniyordu. Ama hiçbir şansları kalmadığını da biliyorlardı. Bunun için sürekli zaman kazanmak ve ülkenin evlatlarının Yeni Türkiye ile yeniden ayağa kalkmasını geciktirmenin çabasındaydılar. Tamda bu sırada Paralel Yapı, medya ve iş dünyasının imdadına yetişti. Beraberce bir sofraya oturdular, planlarını ve güçlerini birleştirdiler ve hep birlikte Erdoğan’a çullandılar ama kurdukları bu kirli ittifakın sonlarını hazırladığını, Yeni Türkiye’nin kuruluşunu engelleyemeceklerini bilemediler.
“Biz şimdi daha da güçlüyüz, eski Türkiye’de olduğu gibi manşetlerimizle, finans gücümüzle Erdoğan’ı indiririz, yerine yenisini getiririz…” gafletine düştüler. Güç zehirlenmesiyle 30 Mart ve 10 Ağustos neticeleriyle uçurumun kenarına geldiklerini göremediler.
Eski Türkiye’de istemediklerini tasfiye edenler,
Yeni Türkiye’de tasfiye oldular ama bu tasfiye sürecini gözleri kör olduğundan görmek istemediler.
7 Şubat operasyonu,
Gezi saldırısı,
17-25 Aralık darbe girişimleri ve oluşturdukları algılarla girilen 2 seçim neticesiyle Erdoğan’ın galip geldiğini göremediler, kabullenemediler.
Yanılgıları büyüktü!
Onların ki; Yeni Türkiye’de Ordu’yu, Mit’i ve Bürokrasiyi attığı yeni formatla millileştiren Erdoğan, Paralel Yapı ve işbirlikçisi Sermaye’ye karşı galip gelemez yanılgısıydı. Halbu ki, çok yakın bi gelecekte bu yanılgının bedelini de ödeyecek olacak yine kendileri olacaktı.
2002’den 2014'e başlatılan sürecin, atılan adımların, operasyon dalgalarının, Erdoğan’ın 12 yıl ilmik ilmik ördüğü Yeni Türkiye’nin kurulduğunu kabullenmeseler de,   2023’ten önce görecekleri de muhakkaktır.

2002’den 2014’e aslında ne oldu?
Gücünü küresellerden ve sermayeden alanların devri bitti,
Gücünü milletten alanların devri başladı.
Erdoğan’ın 12 yılda attığı adımlar hedefine ulaşıyor ve Yeni Türkiye, Yeni Ordusuyla, Yeni Mitiyle kuruluyor.
Yeni Türkiye,
Güçlü Orduyla,
Güçlü Mit ile,
Güçlü Bürokrasi ile,
Güçlü Medya ve Milli Sermaye ile kurulacak.
Bu şahlanışı hiçbir beşeri güç, hiçbir küresel ve paralel ittifak durduramayacaktır.
Anlayın artık!

02 Ekim 2014

mus@bhy