Translate

25 Ağustos 2013 Pazar

Allah’ın nurunu söndüremeyecekler…



Zamanın her döneminde kafirler, zalimler, tağutlar, belamlar ve Firavunlar ittifak edip iman ehli Müslümanlara saldırdılar, zulmettiler, ekonomik ve teknolojik güçlerini birleştirip Müslümanlar üzerine ölüm yağdırdılar. İslamın ve müslümanın düşmanı kafirler her dönemde, her zamanda mü’minlere saldırdılar ama kafirlere karşı hep Allah’ın yolunda yürüyen sadıklar galip geldi. Elleriyle – dilleriyle, toplarıyla – tüfekleriyle, tanklarıyla – füzeleriyle, her zeminde ve her zamanda müslümanın üzerine öfke kustular, ölüm kustular. Asırlardır Allah’ın nurunu söndürmek için her yolu denediler ama tüm gayretleri boşa çıktı, tüm planları başlarına geçti, Allah’ın nurunu söndüremediler ve Allah’ın nurunu engelleyemediler. İnsanlık, ümmet için yeryüzünde tüm kapıların kapandığı anda, bütün yolların kapandığı zamanda, Allah’ın nusretiyle açılan kapıları görebilmek, bu açılan kapılardan geçebilmek çabasıyla ellerini ve gönüllerini ilahi dergaha açanların selamete çıkışlarına şahit olmuştur.
Allah’ın elçileri Peygamberleri, en büyük acılara, en zor sıkıntılara, en acı  ızdıraplara muhatap oldular ama yaşadıkları çaresizlik karşısında asla beddua etmediler. Ah ettiler, inlediler ama asla hallerinden şikayet etmediler. Belki daraldıkları zamanlar oldu, insani olarak güç yetiremeyecekleri anlar oldu, öylesi anlarda ellerini kaldırdılar Cenab-ı Hakk’a hallerini arzettiler, ancak takatlerinin neticesinde belki bedduaya başvurdular. Sonrasında Allah’ın yardımı ve rahmeti mutlak manada tecceli etmiş ve Peygamberlerin sıkıntılarına sebep olanlar helak olup yeryüzünden Cehenneme gitmiştir.
Peygamberlerin böylesi halleri vardır. Belaya, sıkıntıya muhatap olduğu haller olmuştur. Peygamberlerin kendi zamanlarındaki zalimler, kendi putlarına her hangi bir şey söylenmediği halde, kendi uydurdukları ilahlarına bir şey yapılmadığı halde, sokakları sararlar ve terör estirirler, mü’minlere işkence ve eziyetlerle Allah’ın yolundan döndürmeye uğraştılar.
Peygamberimiz s.a.v, Ebu Cehil’i Allah’ın dinine davet ediyor, Allah’ın yolu selamet yoludur diyor. Ebu Cehil bu davet karşısında Allah’a giden yolları kapatıyor, ‘Allah’ demeyi yasaklıyordu. Ebu Cehil zamanında, ‘Muhammed s.a.v Allah’ın Peygamberidir’ diye iman edenler sokaklarda özgür değillerdi. Allah’a iman edemiyorlar, secde edemiyorlar, rüku edemiyorlardı. Allah’a kulluk etmek yasaklanmıştı. Ebu Cehil; ‘Bizim ilahlarımıza secde edeceksiniz (haşa)’ diyordu. Bu çaresizlik sonunda Efendimiz s.a.v, Allah’tan aldığı emirle; ‘sadece evlerinizde Allah’a kulluk edin, evlerinizde secde edin, evleriniz de ibadetlerinizi yapın’ demek suretiyle mü’minler için çıkış yolları aramaktaydı. Efendimiz için tüm kapılar kapanmış, sadece Erkam’ın evinin kapısı açılmış ve Dar’ul Erkam’a çekilmişti. Peygamberimiz s.a.v Efendimiz, Müslümanların sayısı 40 kişi oluncaya kadar  sahabesini alıp evlerine çekildi. Yani kafir Ebu Cehil Allah’a imanı yasakladığında, İslam ümmeti ellerine molotofları alıp sokakları yakmadı, kaldırımları söküp kafirlere saldırmadılar. İmani bir terbiyeyle, İslami bir duruşla Erkam’ın evine çekildiler. İşte bu hamle, Müslümanla Kafiri birbirinden ayıran en büyük farktır. Mü’minle Kafir, gece ile gündüz kadar birbirinden ayrıdır. Peygamberimiz s.a.v Efendimizin terbiye ettiği bir nesil evlerinde ümmeti selamete çıkaracak projelerle meşguldü. Sokaklar Efendimiz ve ümmetine yasak edilince, Musa as’ın lisanıyla: ‘Ya Rabbî! Takatimiz bitti artık, gücümüz tükendi dayanamıyoruz. Biz onların ilahlarına, putlarına, eğlencelerine, kadınlarına ve kızlarına karışmazken, onlar bizim secdelerimizi esir ettiler, rükumuzu esir ettiler, ibadetlerimizi yasak ettiler. Ya Rabbî! Mallarını ve saltanatlarını onların başlarına geçir ve onların yüreklerine darlık ver.’ diyerek evlerine çekilip duaya duran o mazlumların duasını Allah cc kabul etti ve küfür ehli helak oldu gitti.
O kafirlerin gücü vardı, imkanları da vardı ama insanlığın  Allah’a dönüşünü, Kur’an-a yönelişini engelleyemediler. Allah’ın nurunu söndüremediler, söndüremeyecekler. Peygamberimiz s.a.v Efendimizin yürüyüşünü durduramayanlar, bu gün de istediklerine ulaşamayacaktır.
Musa as’a karşı galip gelemeyen Firavunlar,
İbrahim as’a karşı galip gelemeyen Nemrutlar,
Muhammed s.a.v Efendimiz’e karşı galip gelemeyen Ebu Cehiller misali,
İhvan’a karşı Sisi’lerde asla galip gelemeyecek,
Ve Firavun Esed, döktüğü Müslüman kanın da boğulacaktır.
Firavun misali, Nemrut misali, Ebu Cehil misali, bu gün ki kafirler de uzun menzilli füzeleriyle, yeryüzünün tüm kan içici vampirleri güçlerini birleştirip Müslümanlar üzerine, Rabiatül Adeviyye’de, Gazze’de, Arakan’da, Suriye’de, Doğu Türkistan’da ölüm yağdırıyorlar. Tüm güçleri ile saldırıyorlar ama Adeviyye’de, Allah’ın rahmetinin tecellisi olarak İhvan’ın yazdığı destan Firavunları kudurtuyor.  Mursi’nin kapısını kapattıklarını zannedenler, İhvan için açılan kapıları kapatamadılar.
İhvanın Esma’sı; ‘Ya Mısır Allah’ın hükümlerinin yaşandığı bir Cennete dönecek, ya da; Ya Rabbî kapılarını aç biz Cennete geliyoruz’ diyerek şehadete koştu. Esma, Sümeyye misali ‘Ehad! Ehad!’ diyerek koşarak gitti Cennete. Mısır’dan, Adeviye meydanından binlerce Esma, binlerce Ahmet’in Cennete koşması, Adeviyye'deki bu diriliş ve direniş Firavunların yok oluşlarının yaklaştığının habercisidir…
Esma’yı yetiştiren ve; ‘Allah'tan seni şehit olarak kabul etmesini niyaz ettim. Ve şehadetin, bizim haklı olduğumuzu ve düşmanımızın da batılın ta kendisi olduğu inancımızı pekiştirdi.’ diyen Baba Muhammed el-Biltaci’ye selam olsun, Mursi’ye selam olsun, Bedii’ye selam olsun…
İbrahim as’a, Musa as’a, Yusuf as’a, Muhammed s.a.v Efendimize el veren Allah cc, muhakkak Arakan’da İbrahim’lere, Şam’da Yusuf’lara, Mısır’da Musa’lara da el verecektir.
Yeryüzünde toprağın altındaki karıncayı gören, onu rızıklandıran Allah cc;
Mısır’ı - Adeviye’yi görmez mi?
Şam’ı - Humusu görmez mi?
Filistin’i - Gazze’yi görmez mi?
Arakan’ı görmez mi?
Firavunu helak eden Allah, Sisi’yi de helak etmez mi?
Allah'ın kudreti tecelli edecek ve Ebu Leheb’in ellerini kuruttuğu gibi, Esma’ya kurşun sıkan eli de kurutacaktır.

Allah’ım!
Gökyüzünün sahibi Sensin,
Yeryüzünün sahibi Sensin,
Kainatın sahibi Sensin,
Mü’min, Müslüman, Mazlum ve masumların Rabbı Sen’sin…
Mısır’da Firavun Sisi’ye,
Suriye’de Firavun torunu Esed’e,
Yeryüzündeki tüm belam ve tağutların üzerine, Kahhar ismi şerifin hürmetine, kudretinle ve intikamınla tecelli eyle Ya Rab!

Mü’minler, zalimlerin putlarından, sahte ilahlarından, sokaklarından, ahlaksızlıklarından, meyhanelerinden, plajlarından ve eğlencelerinden, her türlü edepsiz ve arsızlıklarından rahatsız olmadıkları halde,
O zalimler;
‘Ezandan’ rahatsız olurlar,
Camiden rahatsız olurlar,
Camiye giren müslümandan rahatsız olurlar.
Mü’minlerin namazlarından, ibadetlerinden, siyasetlerinden, örtülerinden, giyimlerinden ve kıyafetlerinden tarih boyunca hep rahatsız olmuşlardır.
Tarih boyunca hep böyle olmuştur...
Musa’lardan hep Firavunlar rahatsız olmuş,
İbrahim'lerden Nemrutlar rahatsız olmuş,
Muhammed s.a.v’den Ebu Cehiller rahatsız olmuştur.
Rahatsızlıkları kıyamete dek devam etse de, Allah'ın nurunu söndüremediler, söndüremeyecekler...
Zira, Allah'ın vaadi var;
Bismillah... "Onlar ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır." Saff - 8

24 Ağustos 2013 Cumartesi

İhvan liderinden, Adeviye Şehidi kızı Esma'ya mektup

Sözü de kelamı da, ifade ettikleri tüm manaları bitiren,
Akranlarının uğraştıkları işlerle meşgul olmayan, 
Batılın gaddar kurşunlarına karşı başı dik, tuğyana isyan ederek şehitliği tercih eden Esma'nın düğün meydanı Rabiatül Adeviye meydanı...


"Sevgili kızım ve değerli öğretmenim...
Sana elveda demiyorum bilakis yarın görüşmek üzere. Başı dik tuğyana isyan ederek yaşadın. Tüm engelleri reddederek hürriyete sınırsızca aşık oldun. Bu ümmet, uygarlıkta hak ettiği yeri alabilsin diye onu yeniden diriltmek ve inşa etmek için sessizce yeni ufuklar arıyordun. Akranlarının uğraştığı işlerle meşgul olmadın. Her zaman derslerinde birinci olmana rağmen öğrenmeye olan açlığın dinmedi.
Bu kısa hayatta sohbetine doyamadım. Vaktim, mutlu olacak ve eğlenecek kadar geniş değildi. Rabiatul Adeviyye'de son kez bir araya geldiğimizde, "Sen bizimle olduğunda bile bizden ayrısın" diyerek bana olan sitemini dile getirmiştin. Ben de sana, "Bu hayat birbirimize doyacak kadar geniş değil. Birbirimize doyalım diye Allah'tan cennetinde bize bu sohbeti vermesini temenni ediyorum" demiştim.
Sen şehit olmadan iki gün önce seni rüyamda gelinlikler içinde gördüm. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikteydin. Yanıma sessizce oturduğunda sana, "Bu gece senin düğün gecen mi" diye sordum. Sen de "Düğünüm akşam vakitlerinde değil öğlen olacak" demiştin. Çarşamba günü, öğlen vakti şehit olduğun haberi bana ulaştığında, senin rüyamda bana ne demek istediğini anlamış oldum. Allah'tan seni şehit olarak kabul etmesini niyaz ettim. Ve şehadetin, bizim haklı olduğumuzu ve düşmanımızın da batılın ta kendisi olduğu inancımızı pekiştirdi.
Son vedanda yanında olamamam, son bir kez seni görememem, alnına son bir öpücük konduramamam ve senin cenaze namazını kıldırma şerefine nail olamamam beni derinden üzdü. Beni bunları yapmaktan alıkoyan, ölümden veya karanlık hücerelerden korku değil, uğruna canını verdiğin davayı (devrimin hedeflerine ulaşması) sürdürebilmekti.
Zalimlere karşı başın dik (göğsünü gere gere) direnirken gaddar kurşunlar göğsüne saplandı ve ruhun yüceldi. Ne kadar güzel bir azmin ve terbiye edilmiş bir nefsin vardı. İnanıyorum ki, sen Allah'a verdiğin söze sadakat gösterdin, Allah da sana verdiği söze... Öyle ki, şehadet şerefini bize değil de sana bahşetti.
Son olarak, sevgili kızım ve değerli öğretmenim...
Sana elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere.. Buluşmamız, yakında peygamber ve ashabıyla birlikte Havz-ı Kevser'de olacak. Sonsuz kudret ve hükümranlık sahibi Allah'a yakın, O'nun nezdinde değerli ve şerefli bir konumda. Ayrılmamak üzere, birbirimize doyma temennilerimizin gerçekleşeceği bir buluşma..."

İhvan Lideri Muhammed El Biltaci





Başbakan Erdoğan Canlı Yayında Gözyaşlarına Boğuldu! VİDEO - Analiz Merkezi

15 Ağustos 2013 Perşembe

Ümmete sıkılan kurşun...

Rabiatül Adeviye meydanı; Sözün bittiği,

Nahda meydanı da; Kelamın bittiği yer...

1.000 Şehit, 10.000 yaralı, akıtılan kan, dökülen göz yaşları...

Batılı kafirler, desteklediğiniz Firavun Sisi'nin yaptığı katliamdan, işlediği cinayetlerden utanırmısınız ki?
Utanmaz, arlanmaz, insanlıktan nasipsiz haydutlar.
Dökülen kanların hesabı, Ahirette muhakkak sorulacaktır...
Ey Darbeciler,
Firavun Sisi'ler!!!
Allah'ın intikamı sizler için çok çetin olacak.
ABD'niz, Batılı Dostlarınız asla sizi kurtaramayacak.
Ahirette sığınacak bi yer bulamayacaksınız.
Dünya yurdunda rezil olacaksınız,
Ahiret yurdunda da azabın en şiddetlisini yaşayacaksınız...



Firavun Sisi, sponsoru Suud ve BAE olan, Teknik Direktörlüğünü ABD ve Batının yaptığı darbeyi, meşrulaştırma çabasıyla binlerce cinayet işledi. Bu gün yaptığı katliamla, şerefinide kaybetti, insanlığını da. Sisi'yi sahaya süren Batılı iki yüzlü kafirlerin ise gıkları çıkmıyor.
Müslümanın dökülen göz yaşı, akıtılan müslüman kanı asla gündemlerinde yok.
Mısır katliamında Batılılar; Tarafları sükunete davet eder, arkasından İhvanı müslimini çatışmanın tarafı gibi göstererek, darbecilerin katliamını meşru göstermenin çabasında olurlar.
Hadi bu Batılı, çok yüzlü kafirleri anladık, onların yeryüzünde varoluş gayeleri; ‘Yeryüzünde, İslam ve Müslüman varlığına son vermek’ için dünyaya geldiklerine inanırlar…
Peki, inandıklarını iddia ettikleri Dinlerini dünyalık için satmış, kişiliklerini ve karakterlerini saltanatları karşılığı için darbecilere kiralamış, Ümmetin başında, ümmeti uyutanlara ne demeli…
Darbeyi yapanların bile sahiplenemedikleri darbeyi, darbecilerden evvel sahiplenen ümmetin liderlerine ne demeli?
Darbecilere, döktükleri kan karşılığı verdikleri rüşvetler, ahirette başlarına bela olacaktır.
Asrımızın Firavun’u Sisi, Mısır’da yaptığı katliamla hem dünyayı, hem de ümmeti susturdu belki ama, ümmet için, içinde bulunduğu karanlığın aydınlığa dönmesi an meselesi. Belki çekilen bu son sancılar, bu aydınlığın ilk habercisidir…
Ne ümitsizlik ne de zillet müslümana yakışmaz.
Duanın, bedduadan daha güçlü olduğuna inananlardanız.
Bu vakitte Mısır şehitleri için duaya durup,
Mısır’da dökülen kanları,
Arakan’da yakılan canları,
Gazze’de yıllardır dökülen gözyaşlarını,
Ve ümmetin sessizliğini ve suskunluğunu kainatın Rabbına arzedeceğiz..
Bu katliam özelde ümmetin, genelde insanlığın düştüğü çürümüşlüğün ve yok oluşluğun ispatıdır. Bu gün Mısır için ayağa kalkıp, mazlumun gözyaşına ortak olamayan ümmet, ne zaman ayağa kalkıp haykıracak...
Ümmet, ne zaman bir vücudun uzuvları gibi olacak?
Asırlardır ümmetin kanını dökenler, akıttıkları kanda boğulacak.
Nahda meydanında Şehit olanlar Cennete, 21.Asrın Firavunu Sisi, Cehennemin dibine mutlak gidecektir...
Allah cc. kurtarıcı ordusunu gönderecek ve Firavunların tüm planlarını başlarına geçirecektir...
İhvan'ın onurlu mücadelesiyle gurur duyuyorum,
Allah cc muhakkak zafer nasip edecektir...
Yeryüzü mazlumlarının göz yaşının dinmesi, mazlumların nefes alması, ümmetin yüzünün yeniden gülmesi için, Bir'leş'miş Milletlerin çaresizliğinde çare arayanlar, 
İslam Birliğinden başka çare yoktur bilesiniz...







7 Ağustos 2013 Çarşamba

Ramazan Bayramı 1434


Son gün, son vakit, ayrılık vakti…
Ayların, haftaların,  günlerin ve gecelerin efendisi,
Vakitlerin en kıymetlisi, Ramazan-ı Şerifi eda edebilmenin çabasıyla,
Tertemiz bi yürüyüşle başladığımız yolculuğumuzun son günündeyiz…
Rahmet, Mağfiret  kapılarından selametle geçerek,
Azaptan kurtulmanın umuduyla birazcık olsun kirlerimizi,
Yanlışlarımızı ve günahlarımızı,
Kibirlerimizi ve nefsî azgınlıklarımızı terkederek,
1 yıl içerisinde yapamayıp,
1 aya sığdırdığımız amellerimiz ve oruçlarımızla,
Tesbihat ve zikirlerimizle,
Takvamız ve kulluğumuzla,
Tevbemiz ve dualarımızla,
Avuçlarımıza koyduklarımız ve gönüllerimizde biriktirdiklerimizle,
Ramazan'dan sonraki halimizin,
Ramazan'dan önceki halimizden daha hayırlı olacağını bilerek geldiğimiz,
Ramazan-ı Şerifin bu son gününde  çabamızı devam ettirmek borcunda olduğumuz muhakkaktır.
Bir ay boyunca vurduk alnımızı secdeye,
Bu kutlu vakitlerin rahmetinden pay istedik gönüllerimize,
Bizler, Ramazan-ı Şeriften hoşnut ve razı idik,
Rabbım, Ramazan-ı Şerifide bizlerden hoşnut ve razı kılsın,
Yeni Ramazan-ı Şerife yeniden ulaştırsın…
1 ay boyunca yeryüzüne indirdiği rahmetten, bizlerinde gönüllerine doldursun.
Rızaya ermek adına,
Ellerimizi harama kapatarak,
Dillerimizi yalana kapatarak,
Gönüllerimizi şerre kapatarak,
Ömrümüzü günaha kapatarak,
Gönüllerimizin yöneldiği güzelliklerin ve iyiliklerin,
Hayırların ve muhabbetin,
Amellerimizdeki samimiyetimizin kalan ömrümüzün tüm zamanlarında her ayında, her gününde, her anında bir ömür devam etmesi duasıyla…
Ömrünüz Ramazan, Akıbetiniz Bayram olsun,
Bu günler ve geceler sizler için mübarek olsun.
Allah yar ve yardımcınız olsun.
Dua eder, dua dileniriz vesselam…

5 Ağustos 2013 Pazartesi

SİLİVRİ KARARLARI




Bağımsız (!) Yargı geçmişte, İrtica suçlarına ağır cezalar verirdi.
Zamanın egemenleri verilen tüm haksız cezalara 'Bağımsız yargıya saygılıyız' demeçleri verirlerdi.
O günler de suçun adı 'İrtica', suçlananlar da 'mürteci' idi.
Kıldığı namazından dolayı, taktığı gümüş yüzüğünden dolayı insanların,
'irtica' suçundan dolayı hayatları karartıldı.
Başına örttüğü örtüsünden dolayı okullarından vazgeçen insanların, gelecekle ilgili hayallerine ambargolar kondu.
Partisi iktidarda olan, Genel Başkanı Başbakan olan, 'irticanın odağı' olduğu gerekçisiyle 4 partisi kapatıldı. Siyasi yasaklara hükmedildi.
Yetmedi, kapatılan partinin Genel Başkanı Merhum N.Erbakan, trilyonun kuruşuna tenezzül etmeyeceğini bildikleri halde, 'Kayıp Trilyon' davasıyla mahkum edildi.
Şiir okudu gerekçesiyle, Recep Tayyip Erdoğan mahkum edildi, 'muhtar' bile olmasın diye verdikleri mahkeme kararına rağmen hesapları tutmadı muhtar olmadı belki ama ülkenin başına Başbakan oldu.
Peygamberinin kutlu doğumunu kutlayan öğrencilerinden dolayı, 'irtica' suçuyla, iktidar partisi Ak Parti'ye 'muhtıralar' verildi.
Yine 'irticanın odağı' olduğu gerekçesiyle, Ak Partiye kapatma davaları açıldı.
Milletin oylarıyla, Milletin Meclisine Vekil olarak giren, Merve Kavakçı'nın elinden vekilliği alındı. Yetmedi, Türk Vatandaşlığından çıkarıldı, hatta  DGM Savcısı tarafından gece yarıları kapısına dayanıldı, çocuklarının psikolojilerine amansız vuruşlarla olmadık onursuzluklar yapıldı.
O gün ki egemenler, 'Bağımsız yargıya saygılıyız' ancak, 'bizim gibi düşüneceksiniz', 'bizim gibi yaşayacaksınız' dendi..
 Geçmişte milletin büyük kesimine yapılan bu hukuksuzlukları, bu yargı kararlarını alkışlayanlar, bu gün Silivri kararlarına itirazınız neden?
Sadece keyfinize göre tecelli eden 'ADALET' adalet değildir. Bunun zulüm olduğunu biz her gün, her an haykırdık.
Dün 'Bağımsız(!) Yargı kararlarını adil bulanlar, bu gün hangi hakla 'mahkeme kararlarını tanımıyoruz' diyebilirler..
Bu gün gerekçeleriniz ne olursa olsun,  geçmişteki çoklu standartınızdan dolayı masumiyetinize asla inanmıyorum.
Sadece;
Zalime merhamet, mazluma zulümdür diyorum vesselam…

05 Ağustos 2013
mus@bhy

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Kadir Gecesi

Kur’an-ın doğum gecesi Kadir gecesindeyiz,
Bu geceyi vesile kılarak,
Bin aylık zamandan daha hayırlı olacak, bu gecenin ilk vakitlerinden fecre kadar ki zamanı idrak ve ihya etmek,
Bu gecede dünya semasına inen Kur'an-ı, gönüllerimize de indirmek,
Bu geceye özel, yeryüzüne inecek melekler ordusunun getirdiği hayırlardan nasiplenmek umudundayız.
"Allah'ım!
Sen affedersin, affetmeyi seversin, bizleri de affet..."
Geceniz sizler için hayr olsun, mübarek olsun…

Selam, dua…

'İndirilmiş Din' yerine 'Uydurulmuş Din'..!


İndirilen din; ilk insan ve Peygamber Hz Adem as’dan başlayarak Peygamberleri vasıtasıyla indirilen, en son Peygamber Hz Muhammed Mustafa s.a.v Efendimize indirilmiş, hükümleri Allah’tan Peygamberlerine bildirilmiş, Hudutları Kur’an ayetleri ile çizilmiş, tüm dayanağı Kur’an ve Sünnetle delillendirilmiş ve amellendirilmiş, eksiksiz bir şekilde insanlığı nizama sokacak, insanlığın sıkıntılarına çare olacak, emir ve yasaklarla insanlığın nefes almasını sağlayacak dosdoğru bir yoldur.
Uydurulan din; Son Peygamber Hz Muhammed Mustafa s.a.v Efendimiz’in vefatıyla geriye dönülen, yeniden cahiliye dönemindeki sefalete dönüşle girilen yoldur.
İnsanlığı, yaşadığı karanlıklarından aydınlığa çıkaracak yol Kur’an yoludur,
İnsanlık için en şerefli yol,  Peygamber yoludur,
Bu yolda yürüyenler, yürüdükleri yol boyunca gücünü ve kuvvetini, onurunu ve şerefini Kur’an-la alır.
Kur’anın hükümlerini hayatının merkezine yerleştiren kul için, üzüntü ve tasa yoktur. Açlık ve sefalet yoktur. Onlar için yeryüzünde gam ve keder yoktur.
Allah cc, Kur’an da ‘Sem’inâ ve ata’nâ’ buyurduktan sonra, kullar için duyduklarına itaat etmekten başka yol yoktur.

İtaat; amelle mümkündür.
İtaat; çizilen sınırları aşmamakla mümkündür.
İtaat; emirleri harfiyyen yerine getirmek, yasaklardan da ateşten kaçar gibi kaçmakla mümkündür.
İndirilen dinin kitabı, Kur’an-da çaresizlik yoktur.
Kur’an-da çelişki yoktur.
Kur’an-da mantık hatası bulamazsınız.
Kur’an-da gericilik yoktur.
Kur’an-da eksiklik yoktur.

Bu mukaddimeden sonra, asrımızın müslümanlarının yaşadıkları hayatlarını iki cümle ile özetlemek durumundayız.
Asrımızdaki Müslümanların hayatları, İndirilen din ile, Uydurulan din arasında sıkışmıştır. Ya da, Kur’an ile Nefis arasında sıkışık bi hayatı yaşamaya mecbur edilmişlerdir…
Zira, Kur’an-ın ayetlerine itiraz etmeden iman eden kulların, Sosyal hayatlarında imanlarını amelleriyle ispat etme noktasında hep sınıfta kalmışlardır. Hep Kur’an-a göre değil, uydukları nefislerine göre bi hayatı yaşar hale geldiklerini amelleriyle ispat etmişlerdir. Düştükleri yanılgı, İcmali imanın kendilerine yeteceğini, Tafsili olarak nefsi ve beşeri sistemlere iman ederek kurtulacaklarını sanmalarıdır.

Temelde Kur’an ayetleriyle hudutları çizilen ‘indirilen dine’ iman edildi, pratikte her bir kul kimisi hocasının yoluna, kimisi servetlerinin yoluna, kimisi şehvetlerinin yoluna, kimisi de makamlarının götürdüğü yöne giderek ‘uydurulan dinin’ yoluna gittiler. Nasıl ikna oldularda, Kur’an-ın ayetlerine iman edip, sonrada nefislerinin peşinde sürüklendiler.

Kur’an ayetlerini ya ömrünüzün tam merkezine alarak, Allah’ın Peygamberine indirdiği dine, ciddiye alarak hayatınızın her anında teslim olacaksınız, yada önemsemeyip; ‘hayat, dünya hayatından ibarettir, Ahiretteki hesabın çok bi önemi yok' diyerek, dünya hayatını kendi nefislerinden uydurdukları plan ve prensiplere göre tanzim ederek, ‘İndirilen din ile, Uydurulan din arasında’ sıkışmış, Kur’an-dan firar edip kaçak bi dünya hayatı yaşayacaksınız.

Ne tam ciddiye aldılar, ne de hepten inkar ettiler…
Kur’an-ın ifadesiyle; ‘müzebzebîne beyne zalik’ bi o tarafa, bi bu tarafa gidip geldiler.

Ya da; Ömer Hayyam’ın ifadesiyle;
“Bir elde kadeh, bir elde Kuran;
Bir helaldir işimiz, bir haram.
Şu yarım yamalak dünyada,
Ne tam kafiriz, ne tam müslüman!”

Ne tam Kur’an daki tarif edildiği şekilde Müslüman olabildik, ne de İslam’dan vazgeçebildik…

         Efendiler!
Kur’an; insanın dünya hayatına şekil veren tek kaynaktır.
Kur’an; insanın dünya hayatındaki tüm düzensizlikleri düzene sokan tek kitaptır.
Kur’an; yeryüzü insanlığının ızdıraplarına tek çaredir.
Kur’ansız bi hayatı yaşayan, Allah’a kafa tutarak hayatlarını nizama sokmaya kalkan  insanlık, tarihin hiçbir döneminde, arzu ettikleri hayatları yaşayamamışlardır.

İnsanlığın huzurunu kaçıran her türlü pespayelik cahiliye döneminde de mevcuttu. Cahilliyye döneminin insanlığa vadettiği bi umut olmadığı, insanlık kölelikten, çaresizlikten ve maruz kaldığı sıkıntılarından bi çıkış yolu bulamadığı için, insanlık bir yudum aydınlık hasreti, özgürlük hasreti çekerken, tam da karanlıklar ortasında kaybolan insanlığı, İslam dini ile aydınlığa çıkarmak için indirilmiştir İslam. İndirilen dinin Peygamberi, Hz Muhammed Mustafa s.a.v Efendimiz'in 63 yıllık şerefli ömrü de hep bu karanlıklarla mücadeleyle geçmiştir.

indirilen din; Her türlü onursuzluğu, her türlü şerefsizliği ortadan kaldırmak için indirilmiştir.

İndirilen din; köle Bilal’in özgürlüğü için indirilmiştir.
O Bilal ki, 'uydurulan dine' değil, 'indirilen dine' intisab etmiş olmanın ağır bedellerini göbeğinin tam ortasına konan taşın ağırlığıyla ödemiş, Ebu Cehil kafirlerinin her türlü rüşvetlerine,  'ehad, ehad' haykırışıyla mukabele etmiş, neticesinde, uydurulan dine köle olmayı reddetmiş, İndirilen dinin en şerefli makamına yükselmiştir.

Peygamber s.a.v Efendimize teklif edilen, makam rüşvetlerini, servet rüşvetlerini, şehvet rüşvetlerini; ‘Bi elime güneşi, öteki elime ayı verseniz, asla davamdan vazgeçmem’ buyurarak reddetmesi karşısında, O’nun can ümmeti bi makama geldikten sonra, rüşvetin her çeşidini mübah görebilmesi, servetin hak edilmişliğini yada edilmemişliğini gözetmeden dünyalık servetine teslim olması, o servete ulaşabilmek için ‘indirilen dinin’ hükümlerini bi çırpıda iptal edip, nefsinden ‘uydurduğu dinin’ gereği olarak hak edilmemiş servetine servet eklemesi, makam, servet ve şehvetin yaşattığı sefaletin ardından, Ahirette makam, servet ve şehvet rüşvetini almayan Peygamberin yüzüne nasıl bakacaktır.

Kur’an-da; “Namaz, insanı kötülükten ve hayasızlıktan alıkor” Ankebut - 45 buyrulmakta…

‘Namaz kılan insan, kötülük yapamaz’
‘Namaz kılan müslüman, hayasızlık yapamaz’
‘Namaz kılan Müslüman, fuhşiyatın içinde bulunamaz’
‘Namaz kılan mü’min, makamına, servetine ve şehvetine teslim olamaz’
Rüşvet alamaz, ihaleye fesat karıştıramaz buyurduğu halde Allah cc,
Namaz kılan müslümanlar hangi gücüne güvenerek yollarını ve yönlerini değiştirirler?,

Namaz kılan insan; Camiye gittiği, namazını kıldığı halde,
Orucunu tutup, sadakasını ve zekatını verdiği halde,
Sakalını bıraktığı, günlük tesbihatını çektiği halde,
Ömründe sayısız Umre ziyareti yapıp, defalarca Hac ziyareti yaptığı halde,
O namaz kılan insan;
İşveren ise, işçisinin alın terini sömürüyorsa,
Müteahhitse, malzemeden çalıyorsa,
Esnafsa, bozuk malı satıyorsa,
Bir belde de idareci ise, adaletle davranmıyorsa,
Bir makam sahibi ise, kendi adamlarına hak etmedikleri payeleri veriyorsa, o makamın da gücünü kullanarak beytül male sahip çıkmak adına, yetimin malını gözetmiyorsa, yine makamın gücüyle servet üstüne servet ekliyorsa, ihalelerinde alacağı komisyonlarının hesabını yapıyorsa, kıldığı namaz, yaptığı hayır ve hasenat, umre ve Hac ziyaretleri, o insanı kötülüklerden alı koymuş ve gayesine ulaşmış olur mu?

Namazı kılmaya hazırlanırken, 'Necasetten temizlenmeyi' sadece zahiren görünen necislerden arınmak olarak algılama hatasına düşersek, hakikatte Namaza temiz bir şekilde hazırlanmış olmayız.

Namaz için ‘Allah-u Ekber’  tekbirini almadan önce, haram servet necisinden, rüşvet necisinden, adam kayırma necisinden, adaletsizlik necisinden arınmadan kılınan namaz, verilen zekat ve sadaka, yapılan hac ve umre ziyaretleri asla insanı kötülükten ve hayasızlıktan alıkoyamaz.

Yine ‘İndirilen din’in esaslarına göre, zahiren görünen ‘Hades’ kirlerinden arınmadan Allah’ın huzurunda namaza durulmayacağına iman ettikte, görünmeyen ‘nefis, kibir, gurur, haset, fesat, kin, gıybet, iftira,’ hadeslerinden arınmadan da kılınan namazların kötülükten alıkoymayacağına da iman etmek durumundayız.

Eğer Müslümanların yaşadığı topraklarda, yetimin malı korunmuyorsa, fakiri daha fakirleşiyorsa, adalet Müslümanların ana gündem maddesi değilse, fuhşiyat ve kötülükler toplumda daha çok gündem oluşturuyorsa, buna rağmen Müslümanlar namazlarını birbirleriyle yarış halinde kılıyorlarsa, zekatlarını en sevdikleri mallarından en üst limitten değil de, en alt sınırdan veriyorsa, her yıl bi kaç defa umre ziyareti yapıp, o yılın Zilhıcce ayında mutlaka Hac ziyareti de yapıyorsa, o toplumun müslümanları asla ‘İndirilmiş dine’ göre yaşadığını iddia ve ispat etmiş olamaz.

Namaza durduğumuz anda ‘istikbali kıbleye’, yani zengin ile fakirin, siyah ile beyazın, amir ile memurun, devletin başıyla sıradan vatandaşın eşit olduğu mekana dönerek, aramızdaki tüm duvarları kaldırdığımızı ilan ettiğimiz gibi, namaz dışındaki hayatımızda da, istikbali kıble de tecelli eden, kıyafetteki eşitliği, ırktaki eşitliği, servetteki eşitliği, makamdaki eşitliği sair zamanlarda da ispat etmiş olursak, Namaz için kıbleye dönmüş oluruz. Değilse namaz da o eşitliği ilan eder de, namaz dışında bizden olan – bizden olmayan, bizim tarikat - sizin tarikat, bizim cemaat – sizin cemaat, benim adamım diyerek ayrımcılığı, kayırmacılığı meşru göstermenin çabasında olursak, hakikatte namaz için kıbleye dönmüş olmayız. Namaz için kıbleye niçin döndüğünün sırrına eremeyenlerin, kıldıkları namaz asla kendilerini kötülüklerden alıkoyamaz…

İşte altı çizilmesi gereken asıl mesele de budur.
Onun içindir ki; Allah cc’nun Maun suresiyle, ‘veyl olsun’ tehdidine muhatap olanlar, ‘İndirilen dine’ değil de, ‘uydurulmuş dine’ uyarak namaz kılanlardır.

Uydurulan dinin peşinde biz;
Ümmet şuurunu kaybettik.
Makamlarımızı, servetlerimizi, şehvetlerimizi ve şöhretlerimizi ilahlaştırdık.
Vahiyle olan bağlarımızı koparttık.
İndirilen din'de; "Müslümanlar, bir vücudun uzuvları gibiydi". Şimdi o vücudun uzuvları ağır hasta. O vücut paramparça.
Bizi biribirimize bağlayan ilahi bağları terkettik, 
İndirilen din'de Mü'minler kardeş idi, kardeşlikten uzaklaştık, Uydurulan din'e göre kalleşliği tercih ettik...
Uydurulan dinin yoluna girdik, başımızı kopardılar, başsız kaldık. İmamemizi  kaybettik. Tesbih taneleri gibi sağa sola savrulduk.

Vel hasıl ümmet, ‘indirilen dinin’ esaslarını hayatından söküp atınca, ne dünyamız kaldı ne ahiretimiz kaldı.  Yeniden ‘indirilen dine’ dönmeden, yeniden imanını ameliyle ispat etmeden, çürümenin ve yok olmanın önüne geçilemez…

Ya ‘uyudurulan dinin’ peşinde pespaye bi hayat yaşayıp, köleliği tercih edip, hem dünyada hem ahirette rezil olacağız,
Ya da ‘indirilen dinin’ tüm hükümlerine iman edip, kıvırmadan amel edip, teklif edilen rüşvet taşlarını, hak edilmemiş servet taşlarını, şehvet ve şöhret taşlarını reddederek, 'ehad, ehad' diyerek  hem dünya da hem ahirette 'efendi' olup kurtulacağız…


02 Ağustos 2013
mus@bhy