Translate

26 Nisan 2014 Cumartesi

Bir Kaset Uğruna!

Kasete, şantaja boyun eğip, diz çökersen olacağı da buydu Haşim Bey!...
Geçmişte Cemaatla selamlaşmayan sağdan-soldan ne kadar muhalif siyasetçi, etkili yazar-çizer varsa tamamıyla bugün Cemaat Medyasında kol kola girip Tayyip Bey'e beraberce sövmelerine sebep de yine Cemaatın arşivlerindeki kasetlerindenmiş meğer.
Cemaat, her makamda, her mekanda boş durmamış tüm mesailerini kaset arşivlemeye kullanmışlar...
30 Mart öncesinde yapılan operasyonlarda Ak Parti'den 40 Milletvekilinin partilerinden ayrılacağını, yeni bir parti kurularak Ak Partinin hükümetten indirileceğini,
Tayyip Beyin ülkeden kaçacağını iddia edenler arşivlerindeki kasetlerinden güç alarak bu iddiada bulundukları da netleşmiş oldu.
Ancak servis ettikleri kasetlerle ne Ak Parti'den 40 Milletvekili koparabildiler, ne hükümeti düşürebildiler ve ne de Tayyip Bey'i kaçırabildiler.
Sadece Ak Parti içerisindeki 'tuzluklarının' önlerine koydukları kasetlerle istifa ettirdiler, istifadan sonra da sövdürdüler...
İdris Naim Şahin'in Ak Parti'den istifasında, istifadan sonra 40 yıllık arkadaşı Tayyip Bey aleyhinde hakarete varan konuşmalarında kaset birinci derecede etkili olmuştur.
Milletvekillerinden umduklarını alamayanlar, yazılı-görsel ve internet medyasında etkili kişileri kasetleri de önlerine konularak Ak Parti aleyhinde yazdırmaya, konuşturmaya mecbur ettiler.
Geçmiş doğrularından insanları vazgeçirmek zordur.
Ancak kaset ve şantajla insanlar geçmiş doğrularını bugün yalanlayabilir.
Muhalefet Partileri CHP ve MHP 2011 seçimlerinde, seçim beyannamelerine koydukları 'Dershaneleri kapatacağız' fikrinden bugün vazgeçirmek kolay mıdır sizce?
2011 seçimlerinde 'Dershaneleri kapatacağız' vaadinde bulunan CHP'nin, 2014 yılında Ak Parti tarafından yasalaştırılan 'Dershanelerin kapatılması' yasasının iptali için aynı CHP'nin Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunması neyle izah edilebilir?
CHP'nin 'dershanleri kapatacağız' fikrinden vazgeçip 'dershaneleri kapattırmayız' fikrine getirmek ancak kaset şantajıyla mümkündür.
En son Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın da bugün söylediklerini de kendi iradesiyle söylenmiş sözler olarak görmek mümkün değildir.
Zira ya dün söyledikleri yanlış, ya da bugün söyledikleri yanlış...
Dün söyledikleri yanlış olsaydı, o yanlışlarla bugün bulunduğu makamlara yükselmesi imkansızdı. Dün ki doğrularından vazgeçip, bugün kendisine bir güç vehmederek, seçilmişlere kafa tutması da ancak kasetle mümkündür.
Dün Yekta Güngör Özden gibi, Vural Savaş gibi, Sabih Kanadoğlu gibi, Ahmet Necdet Sezer gibi düşünmeyen Haşim Kılıç'ı, bugün Onlar gibi düşündürmek ancak Haşim Kılıç'ın DNA'sını değiştirmekle mümkündür. Günümüz de DNA'larda ancak kaset şantajıyla gerçekleşen bir operasyonla değişebilir...
Bugün konuşan Haşim Kılıç'ı dinlerken hiç bela okumak geçmedi içimden.
Sadece dediğim; Haşim bey yeterince belasını bulmuş,
Dün doğrularına inanmadığı insanlarla bugün aynı şeyleri düşünmek,
Bi insanın omurgasında oluşan yamukluk, o insana bela olmaya yeter.
Haşim Kılıç'taki eksen kaymasına vesile, Cemaat'ın arşivindeki kasetlerdir.
Sırtındaki bu kaset kamburundan kurtulmanın tek çaresi de Başbakan misali bi duruşla mümkündür; 'Fazla laga luga yapmayın, eteğinizde neyiniz varsa dökün... Hodri meydan!' R T Erdoğan

Çekseydin bi hodri meydan, bir kaset uğruna da diz çökmezdin Haşim bey! 

26 Nisan 2014
mus@bhy

15 Nisan 2014 Salı

Ses Kayıtları Gerçek! AMA !

Türkiye’de sağcısı da solcusu da, cemaatçisi de, partilisi de tek bir olayı konuşuyor.
Recep Tayyip Erdoğan’ın ses kaydı montaj mı yoksa gerçek mi?
Bir kere şunu söyleyelim, montaj demek sahte demek değildir.
Montaj demek başkasına ait sesin kullanılması demek değildir.
Montaj demek bir ses kaydından bazı bölümleri çıkarmak veya başka ses kaydı ile birleştirmek demektir.

Bu bağlamda Recep Tayyip Erdoğan’ın ses tape’leri Ağrı Dağı kadar gerçektir. Ancak !
Gerçektir dediğimde bazılarının zil takıp oynamak istediğini, bazılarının yuh dediğini, bazılarının hadi canım sen de mi Bisimit? dediğini hisseder gibiyim.
Arka planını anlatırsam, neyin ne olduğunu da anlayacaksınız.
Akparti iktidar olduktan sonra Türkiye’ye yapılan yatırımların 5%’inin bile halktan alınan vergilerle yapılamayacağını düşünen bir tane Allahın kulu oldu mu? ( İngiltere, Amerika, İsrail haricinde )
Ey Türk Milleti, hiç düşündün mü söylesene? Bu ülke petrol satmaz, bu ülke doğalgaz satmaz, bu ülke maden satmaz, bu ülke altın çıkarmaz, bu ülke araba üretmez, bu ülke elektronik telefon v.b bir araç üretmez, bu ülke elmas çıkarmaz, bu ülke’nin turizmden başka hiç bir dış geliri yoktur. Bu ülkenin hatta ithalat-ihracat dengesi bile bozuktur.
Kıymeti üzerinden hesap yapıldığında bu ülkeye giren mal, çıkan maldan çok daha fazladır. Yani ciddi bir cari açık vardır.
Buna rağmen, petrol satan Suudi Arabistandan, doğalgaz satan Rusya ve Azerbaycandan, Silah satan Amerika, İngiltere ve İsrail’den, Araba satan Avrupa ülkelerinden, Elektronik satan Güney Kore, Japonyadan, ucuz iş gücü satan Çin’den daha fazla yatırımı nasıl oluyor da Türkiye yapıyor? Krizler bütün ülkeleri sarsarken Türkiye nasıl oluyor da sarsılmıyor? Yatırımlar durmuyor? Sağlık, Bilim, Eğitim, Askeri alanda gelişmeler yavaşlaması gerekirken aksine hızlanıyor? Sosyal devlet olma yolunda Türkiye neden dünyada en hızlı devlet? Ne satıyor, nerden geliyor bu para?
Bütün bu soruları sormadan size anlatmak istediğimi anlatmam İMKANSIZDI. Bu yüzden bu soruları sordum. Şimdi siz de sorun kendinize.
Gerçekten bütün bunlar nasıl oldu? Tekrar ediyorum halktan alınan vergilerle son 10 yılda bu ülkeye yapılanların 5%’i bile yapılmazdı. Peki nerden buldu bu parayı Türkiye?
Yeter soru sorduk, gelelim cevaba;
11 Eylül sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ve Uluslararası kuruluşlar bir çok arap iş adamını El-Kaide’ye yardım ve yataklık yapmakla suçladı.
Bu iş adamları 2′ye ayrılıyordu. Birinci gurup Amerika ve İngiltere’nin sözünden çıkmayan ve bu tehditlerden korkarak yelkenleri indiren ve bu 2 ülkeye teslim olup haklarındaki bütün suçlamaları düşüren arap şeyhleri, 2. gurup ise suçlamaları kabul etmeyerek davalarla tek tek mücadele edip masumiyetini kanıtlayan samimi arap iş adamları.
İşte bu iş adamlarından bir tanesi de Yasin El Kadı ( adamı bana anlattırmayın araştırın) idi. Daha sonra 2. guruptaki bu iş adamları New York ve Londra borasındaki bütün paralarını çekerek nakit olarak uçaklarla Türkiye’ye taşıdılar.
Bu paraların çoğu kayıt dışı olarak $ halinde depolarda tutuldu. Bu paraların bir kısmı ile son 10 yıldır Türkiye’de yatırımlar yapıldı. Arap iş adamlarının bu paraları Türkiye’ye taşıma sebebi Amerika ve İngiltereye olan nefretlerinin artması ve İslam dünyasında Türkiye dışında ayakta kalan başka ülkenin kalmamış olmasıydı. Son kalenin Türkiye olduğunu onlar da farketmişlerdi.
Samimi olan 2. guruptaki Yasin El Kadı gibi iş adamları kayıt dışı olan bu paraları Erdoğan’a teslim etmişlerdi.
Erdoğan, yakın çevresini kullanarak bu paraları kullanana dek muhafaza etmek zorundaydı. Nitekim Merkez Bankası’nda bile casuslar kol geziyor, Türkiye’deki dolar miktarını öğrenmeye çalışıyorlardı.
Hatırlarsanız Merkez Bankası’ndan bir kaç kişinin işine casusluk suçlaması ile son verilmişti. Bu suçlamalar bu casusların içerdeki para miktarını öğrenerek ABD’ye bildirmesinden müteşekkil idi.
Bu yüzden paralar Merkez Bankasında bile güvende olamazdı. Erdoğan Reza Zerrab’ı kullanarak paranın bir kısmını İran ile olan ticarette eritiyor, bir kısmını Türkiye’deki yatırımlarda nakit olarak kullanıyor, kalan kısmı da yakınları ile beraber muhafaza ediyordu. Bu paralar devletin parası değildi. Devletin kasası açık vermiyor, aksine gelen para giden paradan daha az olduğu için sürekli fazla veriyordu.
Bu fazlalığı kimse sorgulamıyordu. Bu ülkenin geliri bu ülkenin giderini karşılamıyorken, nasıl oluyor da Ülke batmıyordu? Bu soruyu bizden başka bütün ülkeler soruyordu aslında.
Gezi olaylarında dolar 2 TL’yi görmeyecek diyen merkez bankası her gün piyasaya 1 milyar dolar sürüyor, bu da ABD ve İNGİLTERE’yi çıldırtıyordu.
Hangi paraydı bu piyasaya sürülen para? Merkez Bankasında dolar limitinin tükenmiş olması gerekiyordu. Doların en az 5 TL ‘ye fırlamış olması gerekiyordu. Ama olmuyordu işte. Arka planda merkez bankasına birileri kamyonla dolar taşıyor, merkez bankası da bu dolarları piyasaya sürerek ekonomiyi dengede tutmaya çalışıyordu.
Bu paralar dostlar, Yasin El Kadı gibi bir kaç arap iş adamının parasıydı. Ve Yasin El Kadı sırf bu yüzden Türkiye’ye geldiğinde bile bir kaç kere suikaste maruz kaldı. ( Google’dan bakın kazalara ) .
Bütün bu detayları devlet açıklayamaz. Kayıt dışı paralar devleti uluslararası arenada suçlu yapar, arap iş adamlarını da hedef haline getirir.
Bu durumda aslında bu hikayeyi Cemaatte çok iyi biliyor. Ama Başbakan’a hırsız muamelesi yapmak işlerine geliyor. Devletin kasasına gelen para belli, kasadan çıkacak olan para da belli.
Gelen gidenden az ise bu ülkenin batması gerekmiyor mu? Söyleseniz de yukarda saydığım altın, maden, elmas, araba, telefon, petrol, doğalgaz gibi kaynakların yoksa nasıl ayakta duruyorsun? İşte bu paralarla.
Bu para miktarı öyle 1 Milyar dolar filan da değil. Çok daha fazla. Ama cemaat 100 milyar dolar dediğinde herkes OHA diyeceği için 1 milyar dolar gibi inandırıcı bir rakam söylemeyi tercih ediyorlar.
Aslında Erdoğan ve ekibinin sakladığı nakit para bence 100 milyar dolara yakın bir para. Ve bu paralar nakit olarak bir çok yerde sır gib saklanıyor.
Bu paraların miktarını bilen kişi sayısı bir elin parmağı kadar.
Bu durumda bu gerçekleri dillendiremeyen Başbakan’ın yerine halkın bir şeyler yapması lazım. Halkın bunu dillendirmesi lazım. Gerçekleri Başbakan işgal ettiği makam itibarı ile dile getiremez.
Ak Parti de öyle. Ama ben BİSİMİT olarak bunu ilk dile getiren kişi oluyorum. Bu beni kahin yapmıyor. Bu gerçeği bir İngiliz, Bir Alman, Bir Amerikalı, Bir Yahudi bilir ama bir Türk bilemez mi ?
Bizi aşağılayan hain köpeklere cevabını verin. Bu para devletin geliri değil, aksine devlete Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi itibarı ile kattığı ek gelirdir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın itibarı bu ülkeye bu parayı getirmiştir. Bu paralar bu güne dek milletin çıkarları için kullanılmıştır ve bundan sonra da bu çıkarlar doğrultusunda kullanılacaktır.
Uyumayın, dirayetli olun. Bu ülkeyi İngiliz, Amerikan, Yahudi uşaklarına yem etmeyin. 100 tane de kaset çıksa bilinki Başbakan bir hırsız değil aksine bu ülkeye dışardan para getirmiş kaybetmeye tahammülümüzün olmayacağı tek liderdir.
Varsa sorunuz sorun, her türlü cevaplarım, ama küfür yok, hakaret yok. Cemaatçiler de sakin olsun.
Bir daha düşünsün. Başbakan canını bu ülkeye feda etmiştir. Suikastlere maruz kalmıştır. 3 kuruş para olsa ne yazar 3 milyar dolar olsa ne yazar.
Başbakanın ne yediği yemek, ne içtiği su değişmez. Ne yattığı yatak ne de yattığı saat sayısı değişmez. Bu adam sabah akşam devlet için sokakta, milletin içinde değil mi zaten? Hani bırakıp Maldivlere gitse ya da Cem uzan gibi Fransa’dan çıkmasa tamam diyeceğim ama Adam milleti için sabahı akşam etmiş.
Mantıklı çıkarımlarda bulunun. Kafanızı çalıştırın. Fethullah Gülen apaçık bir şekilde Amerika’dan okulların kapatılacağı yönünde tehdit almıştır ve bu yüzden bütün gücünü kullanmaktadır.
Ya Türkiye ya Okullar. Gülen okulları tercih etmiştir. Gülen intihar etmiştir.
Son sözüm şudur, şu anda bir kaç tane daha Arap Şeyhi’nin ismini verebilirim. Ama bu onlara zarar verir. Şu an deşifre olmuş tek isim size yeter. Araştırın bu adamı. Yasin EL KADI.

Son Sözüm Başbakan’a : DİK DUR EĞİLME; BU MİLLET SENİNLE


Bi Simit
http://www.haberseyret.com/yazi/154/ses-kayitlari-gercek-ama#.U0z3RMVvy9Q

5 Nisan 2014 Cumartesi

KİRLİ İTTİFAKIN ÇÖKÜŞÜ




Bütün amaçları Ak Pati’yi değil, Erdoğan’ı indirmekti.
Bunun için güçlerini birleştirdiler, akıllarını birleştirdiler, aralarındaki düşmanlıkları bitirdiler, en üst perdeden tüm senaryolarını vizyona soktular, eteklerinde neleri varsa döktüler ama ne Ak Parti’yi ne de Başbakan Erdoğan’ı indiremediler.
2010 referandumundan sonra denedikleri her plan aleyhlerine döndü, girdikleri her yol çıkmaza girdi. Stratejilerini ve yol haritalarını Başbakan Erdoğan’ı indirmek üzerine bina ettiler.  Kendi kurdukları para imparatorluğunun gücünün, millet iradesine galip geleceği gafletine düştüler.
100 yıl da bu topraklar da oluşturamadıkları kirli ittifakları son 1 yılda gerçekleştirdiler.
Küresel çetenin aklıyla Baronlar bir araya gelip,
90 yıllık solcu CHP’yi sağa yasladılar,
45 yıllık milliyetçi MHP’yi sola yasladılar,
40 yıllık Cemaatı oy dilencisi yaptılar, yalvardılar, yakardılar, ağladılar, sızladılar,  ellerini açtılar beddua ettiler,  yan yana gelip her türlü kepazeliği, üst üste gelip her türlü rezilliği yaptılar. Yamuldular, savruldular ama 30 Mart 2014 yerel seçimleriyle tarihlerinde almadıkları mağlubiyeti de almış oldular.
Belki son 100 yılda ilk defa galip gelemediler.
30 Mart 2014 yerel seçimleri neticeleriyle gördük ki, 100 yıldır bu toprakların insanlarının akıllarıyla dalga geçenler, istediklerini iktidara getiren, istediğini de iktidardan uzaklaştıran akıl mağlup oldu. Küresel efendiler, bu ülkenin evlatlarının akıllarına mağlup oldular, bu toprakları, ‘bu toprakların evlatları idare etsin’ diyenler galip geldi.
1 yıllık ihanet sürecinde; Gezi saldırısında vandallık, montaj kasetlerle operasyonlar geri tepti, hainler deşifre oldu, ihanet planları, oyunları ve tezgahları başlarına geçti. Son 20 yıldır bu toprakları Fetullah Gülen ve Cemaatıyla düzene sokmak isteyenler, bu seçimlerle Cemaatın medyasıyla, ablasıyla ve ağabeyleriyle Gezi’den başlayıp 30 Mart seçimlerine dek, ellerinden gelenlerle,  gönüllerinden geçenlerle saldırdılar. Beddua ettiler, montaj kasetlerle ‘hırsızlık ve yolsuzluk’ algısı oluşturdular ama bedduaları, montaj kasetleri ve operasyonları aleyhlerine dönünce Paralelleriyle, Abileriyle ve Ablalarıyla sahaya indiler.
En son 2011 seçimlerinde ‘mezardakiler de kalksın Ak Parti’ye oy versin’ diyenler, kendi müntesiplerini 30 Mart 2014 seçimlerinde ‘niçin CHP veya MHP’ye oy vermeleri’ konusunda ikna edememenin çaresizliğini yaşadılar.  
Beklenen gün yaklaştıkça çıldırdılar, Başbakan Erdoğan’ın ülkeden kaçacağı iddiasında bulundular. Bu iddialarını ispat edebilmek için 100 yılın ihanetini yaşadılar. Türkiye’nin Dış politikasını şekillendiren üst düzey bürokratlarının, bölge politikasıyla ilgili istişari görüş alış-verişlerini montajlamak suretiyle hem deşifre ettiler, hem de yabancı istihbaratlara servis ettiler. Böylelikle ihanetleri belgelendikten sonra, bu topraklar böylesi ihanetleri, böylesi hainlikleri de ilk defa tanımış oldu. Milletimiz, Küresel efendilerin içerdeki işbirlikçi hainleri eliyle kurduğu tuzak ve ihanetlerin gölgesinde 30 Mart yerel seçimleri için sandık başına gitti.
Esas yönüyle bu seçimler;
Anadoluyu arkana alıp, Küresel güçlere, Baronlara, iç ve dış işbirlikçi hainlerin kurdukları kirli ittifaklara karşı, bu toprakların evlatlarının galip geldiği seçimlerdi...
100 yıllık süreçte küresel ittifak Büyük Osmanlı İmparatorluğunu parçalayarak;
1909 da Abdulhamit Hanı indirdiler; galip geldiler.
1960’ta Adnan Menderes'i indirdiler; galip geldiler,
1971’de darbe yaptılar; galip geldiler,
1980’de darbe yaptılar; galip geldiler,
28 Şubat’ta Merhum Erbakan'ı indirdiler; galip geldiler,
2010’dan sonra 7 Şubat’ta, Gezi’de, 17-25 Aralık’ta, 27 Mart’ta montaj kasetlerle darbeye teşebbüs ettiler ama 30 Mart’ta onlar için mağlubiyet kaçınılmaz oldu. Kirli ittifakın kurduğu tuzaklar, yaptıkları operasyonlar bu ülkenin evlatlarını Yeniden Büyük Türkiye'nin inşası yolundan döndürmeye yetmedi.
30 Mart’ta Abileriyle, Ablalarıyla seçim yapılacak okul kapılarına kadar indiler, milletin iradesine ambargo koymak için sandık başlarında yalvardılar, ağladılar, sızladılar ama bu millete yaptıkları ihanetlerin, bu milletin seçtiklerine yaptıkları operasyonların misliyle cevabını aldılar.
Yeniden Büyük Türkiye’nin inşasını durdurmak için Onlar beddua etti, Milletimiz dua etti.
Allah'ım!
Onları hezimete uğrat! UĞRATMADI,
Onları sars! SARSMADI,
Birliklerini boz! BOZMADI,
Onları paramparça et! ETMEDİ,
Onları birbirlerine musallat et! ETMEDİ,
Onlara karşı bize yardım et! ETMEDİ,
Onları birbirlerine kırdır! KIRDIRMADI,
Güçlerini birbirlerine karşı kullandır! KULLANDIRMADI…
Milletimizin duası, Onların bedduasına galip geldi.
Küresel efendilerin tetikçisi Fetullah Gülen'in değil, Milletimizin dediği oldu Elhamdülillah!...
30 Mart seçim sandıkları neticeleri, Milletimizin ve Ümmetin farkla kazandığını, Küresel çetenin ve tetikçilerinin de ezilerek kaybettiğini ispat etti.
Eğer küresel çete galip gelseydi ya da bu seçimlerde Ak Parti kaybetseydi, İsrail'de, Buckingham'da, Washington'da zafer kutlamaları yapılacaktı.
Ak Parti kazandı, Filistin'de, Gazze'de, Kosova'da, Üsküp'te zafer kutlamaları yapıldı.
Ve bu ülke insanının 100 yıldır kaybettiklerini, 1 asır sonra da olsa yeniden kazanabileceğinin ilk işaret fişeği de atılmış oldu Elhamdülillah.
"İmparatorluğun çöküşünü" bekleyenler, milletimizi izlemeye devam etsin!
Devamı 27 Ağustos 2014’te.
Ümmeti ve milletimizi aynı dua da buluşturan Rabb’e hamdolsun…


5 Nisan 2014

mus@bhy

3 Nisan 2014 Perşembe

CIA, ERDOĞAN’DAN NE İSTİYOR?



Uzun süre Türkiye'de yaşadım ve Türkiye iç politikasını çok yakından takip ediyorum. Ve doğrusu, benim FBI muhbirlik davamın konusu aslında ABD-Türkiye arasındaki gizli görüşmeleri deşifre etmemden kaynaklanıyor.
...
bu yüzden hem ABD'de, ABD çıkarlarına zarar verdiğim, hem de Türkiye'de Türkiye çıkarlarına zarar verdiğim gerekçesiyle iki ülkede de tamamen dışlandım.
...
İnsanlar Twitter üzerinden, sıradan vatandaşlar, soruyorlar, "Erdoğan hakkında düşüncelerinizi bizimle paylaşabilir misiniz", yazdığım makalede bunu yapmaya çalıştım, ve insanların konuyu doğru anlayabilmesi için, ciddi bir tarihi arkaplan bilgisi vermek zorunda kaldım.
...
İnsanlar şaşırıyor, Erdoğan önceleri bir melekken, nasıl oldu da ABD için şimdi bir şeytan, bir düşman haline gelebildi, bu sistem nasıl çalışıyor? CIA'nın kukla hükümetler kurduğu, onları kullandığı, ve ardından bir gecede onları nasıl yokkettikleri bilenen bir gerçek. Aynı şey Erdoğan'ın da başına geliyor.
Ah evet, bu durum pek çok Amerikalı'ya Donald Rumsfeld'in Saddam'la tokalaştığı o unutulmaz görüntüleri, ve daha sonra gözden düştüğünde işgal ve yokedilişini hatırlatıyor.
Aynı süreç, Erdoğan'la ilişkilerde de açıkça görülüyor.
...
Ve Erdoğan'ın tasfiye süreci Gezi Parkı olayları ile başlamış gibi görünüyor, ancak makalenizde de belirttiğiniz gibi bunun çok daha geniş çaplı, farklı nedenleri var. Örneğin daha önce Bir Gladyo Projesi: Fetullah Gülen röportajımızda anlattığınız gibi
Gülen'le de bağlantılı.
Peki, bu değişimin nedeni nedir? Erdoğan neden gözden düştü?


Evet, bütün bunlar bana göre Gülen ve Erdoğan arasındaki kavgayla başladı. Gülen cemaati AKP'nin hükümet olması için çok ciddi destek verdi, Erdoğan ve Gül'ün bütün bürokratları Gülen cemaatinin desteğiyle geldi o noktalara.


Ancak burda şuna dikkat etmek gerekiyor, Gülen sadece bir sembol. Asıl önemli olan ve işi yapan Gülen markası. 1997'den sonra CIA Gülen'i oyuna dahil etti. Gülen Türkiye'de şeriat düzeni kurmak istiyor ve suçlarından dolayı aranıyordu. CIA onu ABD'ye getirdi ve ne tesadüf ki CIA merkezinin hemen yanı başında bir eve yerleştirdi. Gülen şu anda 15 yıldır ABD'de yaşıyor ve 20-25 milyar dolarlık bir ağı kontrol ediyor, ve kimse gerçekten bu paranın nerden geldiğini bilmiyor. Bu Gladyo A planı idi.
....
Gülen'in ABD dışında CIA ile birlikte açtığı okullar, camiler, medreseler birer birer kapatılıyor çünkü bu ülkeler, Gülen cemaatinin varlığının kendi ülkelerinin ulusal güvenliğine bir tehdit olduğunu, CIA ile ortak operasyonlarda kullanıldığını kavradılar.


Gülen cemaati ve CIA bununla kalmadı tabii ki, Türkiye'de büyük bir medya ağı kuruldu, satın almalar yoluyla, polis teşkilatına, hukuk, ve askeri alanlara sızdılar. Ve işte bu güç ağı, yani Gülen ve CIA ortak hareketi, Erdoğan'ı parlatarak hükümete taşıdı.


Aslında 97'de Erdoğan'ın üyesi olduğu parti askerlerin müdahalesiyle kapatılmış, Erdoğan hapse atılmış iken, 2002'de bu kez askerler geri adım attı, sessiz kaldı ve Erdoğan'ın başbakan olmasına izin verdi. Peki 1997-2002 arasında değişen neydi? Evet, artık Gladyo B planına geçilmişti, Gülen ABD'deydi artık.


Erdoğan o sırada değişmiş, aşırı güven kazanmış, beslenmiş, ve artık "bu imama artık boyun eğmek zorunda değilim, halk beni seviyor ve ben ne dersem inanıyorlar" demeye başladı. "İmam kabul etse de etmese de ben kendi istediklerimi artık özgürce yapabilirim" diyordu.


Erdoğan'daki bu aşırı güven sadece bir neden. Diğer bir neden de Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert tutumu, sözünü geçirebiliyor görüntüsüydü. Türkiye'deki bütün partilere, medyaya rağmen bunu eleştiren de nevar ki Fetullah Gülen'di. Ve bu arada, bir yan not olarak şunu söyleyeyim ki, Gülen'in ABD'deki en büyük destekçisi de ordaki Yahudi lobisiydi. İsterseniz  Google'a gidip, en büyük yahudi lobisi olan aipac'i, ya da atc'yi sorgulayın "gulen aipac" şeklinde.


İlginç olan bir İslam Mollası, İmamı olan Gülen (!), Yahudi lobisi tarafından destekleniyordu.


tek başına bu durum bile, insanların Gülen hakkında şüphe duyması, soru sormaya başlaması için yeterli bir nedendir.


Bu da Erdoğan Gülen arasındaki kavganın ikinci nedeniydi, yani Yahudi lobisinin desteklediği Gülen, Erdoğan'ın İsrail'e karşı sert çıkışlarını doğru bulmuyordu.
Ayrılık çanları çalmaya başlamıştı. Ve ardından Suriye konusu geldi. Türkiye, AKP hükümeti Suriye'deki muhalifleri eğitiyor, silahlandırıyor, ve bütün bunlar ABD tarafından, İncirlik üzerinden yönetiliyordu.


Buraya kadar herşey yolunda gidiyordu, ABD emrediyor, Erdoğan uyguluyor, Esad'ın devrilmesi için gereken herşey yapılıyordu. Ancak beklenmedik birşey oldu, ABD'de Esad'a uygulanan şiddet, saldırı hoş karşılanMamaya başlandı. Obama bu konudaki desteğini yitiriyordu. Ve tam bu noktada Rusya'nın devreye girmesi ABD'yi geri adım atmak zorunda bıraktı.


Ve işte tam bu sırada, Erdoğan'ın uyguladığı ABD emirleri Türk halkı tarafından sorgulanmaya başlandı. Türk halkı olanlardan, yapılanlardan hiç de memnun değillerdi. Çünkü Türkiye Suriye ile, Esad ile son derece iyi ilişkilere sahipti, ayrıca, Suriye müslüman bir komşu ülkeydi.


ABD geri çekilince, Erdoğan tamamen ortada kaldı. Artık halkı arasında popüler değil, nefret edilen bir lider olmaya başlamıştı. ABD artık verdiği sözleri tutmuyor, Erdoğan'ı tamamen yalnız bırakıyordu ki bu da Erdoğan'ı oldukça sinirlendirmişti. Bu da üçüncü bir neden oldu.


Bu noktada başka bir olay patlak verdi; Gezi Parkı olayları. Gülen, Erdoğan'la aralarındaki kavgada, bunu bir fırsat olarak değerlendirmek istedi. Ve Gülen protestolara kendi cemaatinden insanları soktu. Erdoğan başına neler geleceğini anlamıştı. CIA ve Gülen işe el atmış, protestolarda aktif rol oynamaya başlamıştı. Erdoğan bunu net olarak görüyordu.


Şüphesiz Gezi Parkı olayları gerçek halk tarafından başlatılmıştı, ancak CIA'nın kontrolündeki Gülen cemaati bunu, bu fırsatı değerlendirmekte gecikmemişti. Ve eş zamanlı olarak ABD ve Avrupa basınında Erdoğan "diktatör" olarak anılmaya başlandı. Erdoğan'ın El Kaide ile ilişkileri ortalığa dökülmeye başlandı ki, El Kaide'nin de ne tür bir operasyon olduğunu biz açıklamaya, deşifre etmeye daha önce çalışmıştık. Erdoğan artık El Kaide'nin parasal kaynak sağlayıcıları ile bağlantırılıyordu. Ve bütün bunlar, bu operasyonlar CIA tarafından yönetiliyordu.


Peki, bütün bunlar gayet açık, anlaşılabilir ancak benim kafama takılan soru şu, Gülen'le, daha doğrusu CIA ile Erdoğan arasında bir sorun varsa eğer, bu sorunun nedeni nedir, CIA Türkiye'den, Erdoğan'dan ne istiyor?


Erdoğan, AKP sadece birer sembol, tıpkı diğer ülkelerdeki kukla hükümetler gibi, Obama gibi, George Bush gibi. Asıl önemli olan, bu sembolün arkasındaki güç, yani CIA, yani ABD Silah Sanayi. CIA'nın yapmak istediği, sözkonusu ülkeyi tamamen kontrol altına almak, iç ve dış politikasını yönetmekti, ki son derece düzgün bir şekilde çalıştı, diledikleri kukla hükümeti, yani Erdoğan'ı getirmeyi ve uzun süre hükümette tutmayı başardılar.


CIA'nın planı, Türkiye'yi bir model ülke olarak kullanmak, ve diğer ülkeleri de aynı şekilde hizaya getirmekti, Ilımlı İslam projesini Orta Doğu'da uygulamaya geçirmekti. Erdoğan ve Gülen, daha doğrusu CIA arasındaki sorun, bu planları aksatıyordu. CIA, kullandığı kuklalarından birinin (Erdoğan) kontrolünü kaybediyordu, bu arada Gül'le hiçbir sorunları yoktu. Gül iyi bir uşak (bu kelime aynen kullanılıyor görüntülerde) olmuştu, emirleri harfiyen uyguluyordu.


Erdoğan boyun eğmeyeceğini göstermek için, bir mesaj vermek için şunu söyledi "milyarlarca dolarlık silah alımlarını sizinle değil, ABD ile değil, Çin'le yapacağım". Bu ölümcül bir hataydı, bu ABD ve NATO'nun en üst düzey kurallarından birinin ihlali anlamına geliyordu, yapılabilecek son şeydi. İşte bu, NATO ve ABD Silah Sanayisini çileden çıkardı.


Ve Erdoğan daha da ileri giderek, AB'ye girmek için yıllardır beklediklerini ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladığını, bunun yerine Şangay Birliği'ne katılmak istediğini söyledi. Ve resmen başvuruda bulundu. Ve bu davranış yine, çiğnenebilecek en son kurallardan biriydi. Bir kukla, kukla oynatıcısına karşı, sahibine karşı isyana kalkmıştı.


İşte bunları yaptığınızda, son kullanma tarihiniz dolmuş demektir. kim olursanız olun artık bitmiştir. Ve ABD'nin uygulayacağı cezanın diğer ülkeler için ibretlik olması gerekiyordu, çünkü bu durum başkaları tarafından örnek alınabilirdi, bu risk göze alınamazdı.


Erdoğan'a şu ihtimaller sunuldu, tabii bunları hiçbir yerde duyamazsınız; birincisi, geri adım atacaksın, herşeyi geri saracak, İsrail'le ilişkilerini düzeltecek, Çin'den silah almaktan vazgeçeceksin, Şangay'dan uzak duracaksın, Gülen'den özür dileyeceksin, bu senin birinci seçeneğin.


ikinci seçeneğin, sessizce istifa edip gideceksin. Çünkü biz hali hazırda senin yerine gelecekleri belirledik (Ç.N: CHP!). şu ana kadar çalıp çırptığın paraları da beraberinde götürebilirsin. senden öncekiler de çaldı, sen de çaldın, ve bunlarla İngiltere'ye gitmene izin vereceğiz.


üçüncü seçeneğin ise bizi beklemek olacaktır ki bu sana iki senaryo sunar; Kaddafi gibi, Saddam gibi yokedilirsin, seni Taksim meydanında, Gezi Parkı'nda öldürürüz. ikinci senaryo da, Mübarek gibi korkak bir şekilde teslim olabilirsin, seni İngiltere'de bir hapishaneye atarız, yaşamının kalanını orda sürdürürsün.


İşte şu anda, Erdoğan bu seçeneklerle karşı karşıya. Bu seçenekler Kaddafi, Saddam ve Mübarek'e sunulanlarla aynı, CIA böyle çalışıyor. Senaryolar o kadar aynı, şaşmaz ve detaylarıyla benzer ki, insan neredeyse aynı şeyleri tekrar tekrar görmekten sıkılıyor.


Ve birkaç ay içinde sonucu göreceğiz çünkü bu durum fazla uzun sürmeyecek.


El Kadı ile Erdoğan'ın ilişkisi şu anda piyasaya sürülüyor ancak El Kadı 1990 ortalarından beri FBI tarafından biliniyordu. El Kadı'nın çalışma merkezi Şikago idi, ve garip olan, Gladyo B'nin de çalışma merkezi Şikago. Aynı zamanda Abdullah Çatlı da Şikago'ya geldi, orda ona ABD'de sürekli kalma izni (Yeşil Kart) verildi, daha sonra çeşitli bölgelere gönderildi, mesela Azerbeycan'a baba Aliyev'i öldürmek üzere gönderildi vs. Yani Şikago bu işlerin merkezi, yönetim noktasıdır.


FBI El Kadı'yı ne zaman Şikago'da sıkıştırıp da yakalamak istese, araya CIA giriyordu. Ve nihayet, El Kadı'ya toparlanıp Arnavutluk'a kaçması için yeterli zaman verildi. Ve kaçınca da "hay allah, elimizden kaçırdık" dendi.


El Kadı bu defa, mensubu olduğu Gladyo B operasyonlarına Arnavutluk'tan yön vermeye devam etti. bu arada ABD onu 9-11'in para sağlayıcısı olarak her yerde deşifre ediyordu.  ABD bu kez, "onun Arnavutluk'da olduğunu biliyoruz, adresi herşeyi elimizde, Arnavutluk hükümetinden onu resmen isteyelim" dediler. Ancak ona Türkiye'ye geçmesi için gereken iki haftalık süreyi vermeyi de ihmal etmediler. Garip olan, El Kadı Arnavutluk'da iken elinde Arnavutluk pasaportu vardı, ve Türkiye'ye geldiğinde Türk nüfus cüzdanı taşıyordu. yani herşey çok önceden planlanmıştı.


ABD bu kez "hay allah, Arnavutluk'tan da kaçırdık adamı" diyiverdi. bu defa Türkiye ile yazıştı ve "bu adamı sizden istiyoruz" dedi. Türkiye tarihinde ilk defa Türkler "pardon, aramızda böyle bir suçlu değişim anlaşması yok, bu adam herhangi bir suç da işlemedi burda, bu yüzden onu size veremeyiz" dedi. Ve ABD "ah öyle mi, tamam sorun değil" diyerek dosyayı kapattı! bu kadar basit ve saçma bir şekilde dosya kapatıldı.


El Kadı Türkiye'de pek çok bankanın sahibi, Azerbaycan dahil pek çok yere gidip gelen bir adam. Sadece Asya bölgesine değil, aynı zamanda Avrupa'ya da gidiyor bu adam, örneğin Londra'ya, iş gezileri. Sonunda, El Kadı, bir iş adamı ve Gladyo B adamı olarak BM'ye kendisini terörist listesinden çıkarma başvurusunda bulundu, ve BM de bu başvuruyu değerlendirip onu listeden çıkardı! Sonuç olarak, CIA için çalışan bu adam, ABD tarafından aklanmış oldu.


Ve aniden, Erdoğan'ın oğlunun El Kadı, yani El Kaide'nin ana sponsoru olan terörist kişi ile fotoğrafları servis edilmeye başlandı. Bu tür haberler yayılmaya başlandı. Ve bu haberlerin pek çoğu Gülen cemaati tarafından servis ediliyordu. Ve tabii ki CIA destekli MİT'ten bir grup tarafından... Ve çok ilginç bir nokta da şu ki, bu servis edilen haberlerin çoğu WikiLeaks'den geliyordu. burda kafama birşey takılıyor, acaba bunlar WikiLeaks'de halihazırda bulunan bilgiler miydi, yoksa birdenbire, aniden keşfedilmiş bilgiler miydi? bu konuda şüphelerim var. (Ç.N: WikiLeaks'in CIA kontrolünde olduğunu ima ediyor)
...


soru: sizce Erdoğan'ın başına gelenler Kaddafi ve Saddam'ın başına gelenlerle tıpatıp aynı mı olacak, yoksa biraz daha farklı bir versiyon mu göreceğiz burada?


Türkiye, Mısır ya da Libya'dan tamamen farklı bir ülkedir, dinamikleri çok çok farklıdır. Öncelikle, Türk insanı gerçekten de farkındalığı yüksek bir kitledir. Aptallar için tasarlanmış iki partili sistem, ABD'de olduğu gibi, Türkiye'de çalışmaz, Türkiye'de çok farklı fraksiyonlar, eğilimler mevcuttur. ABD'de olduğu gibi, yani demokrat ve cumhuriyetçiler arasında bir gel-git oyunu sergileyerek halkla dilediğiniz gibi oynamanız Türkiye'de çalışmaz.


Burada bilinç düzeyi son derece yüksek bir halk kitlesinden bahsediyoruz. ABD'den çok farklı bir kitledir bu. Eğitimli ve düşünen insanların olduğu bir ülkede bu kadar kolay oyunlar sergileyemezsiniz, bu çok zordur.


Diğer bir fark da, Türk insanının aktivist yönü, sokaklara inen, hakları için savaşan bir topluluktur Türkler. Bana soruyorlar bazen, oyunu kime vereceksin diye. ben de "oyumu Türk halkına vereceğim" diyorum, çünkü onlara inanıyorum, onlar kendilerine ne olacağına kendileri karar vereceklerdir.


Türk halkı gözünü açık tutmaya devam etmeli ve Libya'da, Mısır'da olanlardan ders almalıdır. bunları milliyetçi bir kişiliğim olduğu için söylemiyorum, burada tamamen farklı tür insanlardan bahsediyoruz.


...


ABD'nin planları Libya ve Mısır'da olduğu kadar kolay işlemeyecektir Türkiye'de.
...

diğer bir konu da, AB meselesi. daha önce AB'yi bir kurtuluş olarak gören Türk insanı, AB'nin politik ve ekonomik çöküşünü görüyor. Almanların Türkiye'deki işlere başvurduklarını, Avrupa'da işsizliğin boyutlarını görüyor. AB'ye girMEmiş olmanın bir avantaj olduğunu düşünüyorlar.


Sibel Edmonds