-Paralel
cunta, 7 Şubat Mit operasyonuyla, ‘Hükümetin, PKK ile masaya oturduğu’ ‘algısı’
oluşturularak, bir taşla ‘çözüm süreci’ durdurulacak, akabinde Müsteşar Hakan
Fidan içeri alınacaktı.
-Türkiye’yi
bölgesel güç haline getirecek, milli projeleri durdurmak için, Gezi
saldırısında uluslar arası küresel gücüde arkasına alıp sokaklara inilecek ve
ilk slogan ‘Diktatör Tayyip’ olacaktı.
-Dershane
ayaklanmasında, dershanelerin kapatılma tasarısıyla ilgili Başbakan’a geri adım attırılacak, mümkün
olmazsa istifaya davet edilecekti.
-Gezi ve
dershane ayaklanmasıyla durdurulamayan milli projelere, 17 Aralık Yargı ve
Emniyet cuntasıyla, ‘yolsuzluk ve rüşvet’ operasyonları başlatılacak, ‘ayakkabı
kutusu ve para sayma makinalarıyla’ Hükümetin yolsuzluk yaptığı ‘algısı’
milletin kafasına kazınacak ve Yargı ve Emniyet darbesiyle Hükümet
düşürülecekti.
Tüm
operasyonların hedefinde özelde Başbakan, genelde de Hükümet vardı.
Özellikle
Başbakanın düşürülmesi için her yol denendi, birbirilerine selam vermeyecek
güçler bir araya getirildi. Güçlerini ve akıllarını birleştirdiler. Medya
tarihinde görülmemiş paslaşmalar, siyaset tarihinde görülmemiş kirli ittifaklar
oluşturuldu. Cemaat medyası ile Ulusalcı medya operasyonlarla ilgili aynı
manşeti attı, aynı şeyleri düşündü. Hem cemaat medyasının Zaman’ı, Bugün’ü,
Today’s Zamanı, hem de ulusalcı medyanın Sözcüsü, Kanalı, Televizyonları
operasyonlarla ilgili aynı safta birleşti.
Gezi
saldırısının ilk günlerinde ‘Diktatör Tayyip’ diyerek sokaklara dökülenler
‘Tayyip beyin diktatörlüğünün ispatı’ nedir diye sorulduğunda verilen cevaplara
bakıldığında, uygulanan politikaların uzaktan yakından ‘diktatörlükle’ alakası
yoktu. Ama onlar için önemli olan uygulamalarda Tayyip beyin ‘diktatörlüğünden’
öte, oluşturulmak istenen ‘algı’ idi.
Gezi
saldırısında ‘Diktatör Tayyip’ algısı tutmayınca, hemen arkasından dershane ayaklanmasıyla yine ‘diktatör’ yalanıyla yeniden sahaya
indiler. Televizyonlarının ekranlarından, gazetelerinin köşelerinden saldırılarını
yoğunlaştırıp, ittifaklarını oluşturup ‘diktatör’ diyerek, toplumda
oluşturdukları ‘algıyla’ Başbakanı indireceklerini düşündüler.
Dershane
ayaklanmasında da hevesleri boşa çıkınca Hükümetin Başbakanından, Bakanlarına
‘hırsız’ olduğu ‘algısını’ oluşturmak için 17 Aralık operasyonuyla sahaya
yeniden indiler. Seçilmiş Hükümete karşı,
‘top yekün saldırıya’ geçmek için akıllarını ve güçlerini
birleştirdiler, planlarını, görev dağılımlarını ve iş bölümlerini yaptılar.
Yargı içerisindeki Savcıları, Emniyet içerisindeki Polis şeflerinden oluşan
Paralel yapılanmanın medyada ki uzantılarıyla eş zamanlı olarak düğmeye
bastılar.
17 Aralıkta kabineden üç
Bakanın oğlunun içerisinde bulunduğu, adına ‘yolsuzluk ve rüşvet’ operasyonu
dedikleri yargı ve emniyet içerisinde oluşturdukları cuntayla netice
alacaklarını düşündüler.
Operasyon başladığı
gün; soruşturmanın gizli yürütülmesi gerekirken, zanlılar hakkındaki iddialar
önce Savcı tarafından medyadaki uzantılarına servis edildi. Akabinde Polis
şefleri, göz altına aldıkları zanlıları medyanın objektifleri eşliğinde
emniyete götürülmeleri, üzerinde ‘gizlilik’ kararı bulunan soruşturma
dosyasında bulunması gereken belgelerin, sosyal medyada hazır bekleyen
tetikçileri tarafından yayınlanması, aslında yapılan operasyonun bir ‘algı’
operasyonu olduğunun kanıtıdır. Zira sosyal medyadaki tetikçiler, bunun
esasında ‘algı’ operasyonu olduğunu ilk gün twitter hesabından ifade ettiler.
Operasyon
17 Aralık 2013’te başladı. Göz altılardan 2 saat sonra, operasyonun sosyal
medya tetikçilerinden Tuncay Opçin: ‘Bu soruşturma da ‘algı’, adli sonuçtan
daha önemli. Kimse mahkemenin sonucunu hatırlamaz.’ demek suretiyle operasyonun
asıl gayesinin, insanları mahkum etmekten öte, ‘hırsızlık’ algısı oluşturmak
olduğunu itiraf etmiş oldu.
Yine
operasyonun sosyal medya tetikçilerinden Mehmet Baransu namındaki gazeteci,
kabine üyesi üç Bakanın oğlu göz altına alındığı anda, sosyal medyada: ‘Üç
Bakanın oğullarının rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasında gözaltına alındığını,
Bakanlardan ikisinin çocuğunun ‘hırsız ve yolsuz’ olabileceğini, ancak Bakan
Erdoğan Bayraktar’ın oğlunun masum olduğunu ve soruşturmadan aklanarak
çıkacağını’ twitter hesabından tüm kamuoyuna bildirmişti. Ne büyük bir tevafuk
olmalı ki, Bakan Bayraktar’ın oğlu emniyet ifadesinin ardından serbest
bırakılırken, diğer Bakan çocukları cezaevine konulmuştu.
Bakan
Bayraktar’ın oğlunun soruşturmadan aklanarak çıkacağı kehanetinde bulunan
Baransu’nun, Bakan Bayraktar’la, istifa sürecinde de yakın görüşmeler yaptığı,
oğlunu bırakmaları karşılığında ne isterlerse yapacağı sözünü aldığı, oğlu
serbest kaldıktan sonra Bakanın istifa ederken söylediği; ‘Ne yaptımsa
Başbakanın talimatıyla yaptım. Bakanlıktan ve Milletvekilliğinden istifa
ediyorum. Başbakanında bu millete saygısı varsa istifa etmelidir.’ sözlerini
Baransu’nun söylettirdiği, sosyal medyada yazıldı ve çizildi. Şu ana kadar da
taraflardan her hangi bir yalanlama gelmedi.
Bakan
Bayraktar’a sundukları ve netice aldıkları taleplerin aynısını, soruşturma
devam ederken henüz iddianame yazılmamış ve dava açılmamış olduğundan,
cezaevinde bulunan zanlılardan da talep ettikleri medyada yazıldı. Soruşturmayı
yürüten polis şefleri ve savcılar tarafından iş adamı zanlıya; ‘ek bir
ifadeyle, soruşturmaya konu ‘yolsuzluk ve rüşveti’ hükümetin üzerine atarsan,
seni evine göndeririz’ şeklindeki talepleri de soruşturmanın sadece ‘algı’
operasyonu olduğunu ispat etmeye yeter.
Operasyonlarda
‘ayakkabı kutusu ve para sayma makinaları’ toplumda oluşturacak ‘algı’ yı
kuvvetlendirmesi operasyonu yapanlar açısından önemliydi. Milletin aklıyla,
zekasıyla dalga geçer gibi, yolsuzluk ve rüşveti belgeleyebilmek için en sağlam
delilleri ‘ayakkabı kutusu ve para sayma makinaları’ oldu. Böylece zanlıları
itibarsızlaştırmak, toplum gözünde suçlu gösterebilmek için ‘ayakkabı kutusu ve
para sayma makinaları’ gerekli ‘algı’yı oluşturmaya yetmişti.
Böylesi bir
‘algı’ operasyonu, Ergenekon soruşturmalarında da yapılmıştı. Paralel yapının
gazetecisi Mehmet Baransu’nun eline verilen bavul içerisine doldurdukları
belgelerde ‘250 bin kişiyi bir stada doldurup öldürecekler, Fatih Camiini
bombalayacaklar’ diyerek milleti korkutanlar da yine aynı operasyonun
taşeronlarıydı. O gün suçlu/suçsuz, Cemaatın yada Camianın hoşuna gitmeyen ne
kadar Asker varsa, tamamını Bavul dolusu belge delil gösterilerek
Ergenekoncu/darbeci suçlamasıyla Silivri’ye doldurmuşlardı. O günkü bavul
içerisine doldurdukları belgelerin ‘algı’ operasyonunun parçası olduğunu ancak
bu gün anlayabildik.
Tıpkı 28
Şubatta olduğu gibi, millet uydurdukları delillerle meşgul olurken, kendileri
de asıl yapmak istediklerini yapıyorlardı. Millete 28 Şubatta Müslüm Gündüz’ün
âsâsıyla, Fadime Şahin’in göz yaşlarıyla gündem oluşturup operasyon yapanların
gayelerini, Refah-Yol hükümeti düşürüldükten sonra anlayabildik. O gün de, bu
gün de maksatları hiç değişmedi. O gün de milletin iradesine operasyon yaptılar,
milletin kasasını boşlattılar. Bu günde aynı senaryo ve artistlerle aynı filmi
vizyona soktular.
Geçmişte
düzenledikleri ‘algı’ operasyonlarından netice aldılar ama, bu gün hem
milletimiz, hem de milletimizin seçtiği Siyasal iktidar dim dik ayakta kalarak,
paralellerin attıkları taşları püskürttüler.
17 Aralık
operasyonuyla da hevesleri kursaklarında kalınca, bu defa 25 Aralık 2. Dalga
operasyonla, milli projelerin müteahhitleri ve Bilal Erdoğan üzerinden yeni bir
‘algı’ operasyonu için düğmeye bastılar. Erkekçe milletin karşısına çıkıp,
‘Küresel efendilerimiz, bu projelerin Türkiye’de durdurulmasını istiyor, biz de
bundan dolayı bu tür operasyonları yapıyoruz. Bu milli projelerin durdurulması
için top yekun saldıracağız’ diyemeyenler, böylesi operasyonlarla seçilmiş
hükümeti indirip, Türkiye’yi ekonomik olarak bölgesel güç haline getirecek
projeleri durduracaklarını zannettiler.
Başbakanın
duruşuyla, 25 Aralık kirli operasyon da heveslerini kursaklarında bıraktı.
Durmadılar,
hain planlarından vazgeçmediler.
Ya hükümet
düşecek, ya da kendileri yok olacaktı.
Paralel
cuntanın attıkları her taş kendilerine dönünce, bu sefer Uluslararası İnsani
Yardım teşkilatı İHH üzerinden hedeflerine ulaşmayı ümit ettiler. 15 gün
içerisinde İHH’ya gerçekleştirdikleri iki baskınla, bir taşla kuş katliamı
yapmak istemeleri asıl amaçlarını da
deşifre etmiş oldu ve İHH üzerinden oluşturmak istedikleri ‘algı’yı
görmemizi engelleyemediler.
Denedikleri
darbeleri gerçekleştiremeyenler, İHH’ya yaptıkları operasyonlarla, İHH’yı el-Kaide
terör örgütüyle ilişkilendirip, İHH’nın ve Türkiye’nin teröre destek verdiği
algısını oluşturup, Başbakanı da İHH’ya destek verdiğinden dolayı uluslar arası
arenada ‘Teröre destek veren Ülkeler’ listesine sokmak istediler. Bunu
gerçekleştirmek için iki operasyon yaptılar, şimdilik ikisi de kucaklarında
kaldı. MİT Tırında silah arayanların gayesiyle, Gezi’den bu yana Dershanelerle,
17-25 Aralık ve İHH operasyonlarıyla top yekun saldıranların gayesi aynıydı.
Aynı sofrada kararlar alıyor, iş bölümü yapıp uygulamaya geçiyorlar. Her
defasında oyunları bozuluyor, planları bozuluyordu.
Millete
kumpas kuran, milletin seçtiği Hükümete operasyonlar düzenleyen, Küresel
efendilere ve taşeronları Cemaat ve Hocasına, işbirlikçileri Mehmet Baransu,
Tuncay Opçin, Emre Uslu’lara, Zaman, Bugün, Today’s Zaman ve Televizyonlarına,
Bülent Keneş, Ekrem Dumanlı, Bülent Korucu, Adem Yavuz Arslan, Faruk Mercan,
Nazlı Ilıcak ve diğer tetikçilere, milletimiz öyle bir operasyon yapacak ki,
bir daha bu topraklarda küresel çetenin tetikçiliğini yapamayacaklar.
Az sabırlı
olun, 30 Mart yerel seçimlerde, bu millet kendi iradesine tecavüz eden hainleri
bir daha insan içine çıkamayacak hale sokacaktır.
Algıysa
algı, operasyonsa operasyon.
Bu milletin
dediği mi olacak, yoksa Pensilvanya Müftüsü
Hocanızın dediği mi olacak? Hocanızın, Dünyanın para imparatorlarıyla
işbirliği yaptığı açığa çıktıktan sonra bekleyip göreceğiz. Pensilvanya’dan
yaptığı iş takipleri, dağıttığı Rafineri ihaleleri, bu güne dek haykırdığımız,
‘Cemaatınızın uhrevi olmayıp dünyevi olduğu, hareketinizin 30 yıldır bu ülkenin
topraklarında hain plan yapan alçaklarla işbirliği’ yaptığınız tescillenmiştir
artık.
Millet,
kumpasçılara, tezgahçılara, komploculara, taşeronlara ve işbirlikçilere gerekli
ayarı verecek, kurdukları tüm tuzakları başlarına geçirecektir.
30 Martta,
millete ayar veren, oluşturdukları ‘algılar’la milleti yanıltanlardan ve
özellikle tüm operasyonların ortasında yer alıp, utanmadan, arlanmadan
‘operasyonların içerisinde biz yokuz’ diyen Hizmet Hareketini de, Hocasını da
tarihe gömecektir.
30 Mart
2014 tarihi son yıllarda Hizmet Hareketinin Paralel gücüyle gerçekleştirdiği
‘algı’ operasyonların geri teptiği, Hizmet Hareketinin ve Hocasının bittiği gün
olacaktır.
Az sabırlı olun ve bekleyin…
15
Ocak 2014
mus@bhy