Translate

27 Mayıs 2014 Salı

Anlama kılavuzu!

Türkiye yol aldıkça saldırılar artıyor!
Bunun kesilmesini, son bulmasını beklemek ne Türkiye'den ne de karşımızdaki güçlerden haberimiz olmadığı anlamına gelir! Bu da en büyük rehavet ve en büyük tehlikedir! 1800'lerin ortasından beri içimizde olanlar şimdi bir şekilde dışarı çıkarılıyor! Zor oluyor, sancılı oluyor ama çıkarılıyor! Bu nedenle KAVGA büyük!
Hem de çok büyük!
Kendine MERKEZ ismi veren Yahudi sermayesine yakın medya ile dünyanın belli başlı televizyon ve gazeteleri Erdoğan'a saldırmaya tüm hızlarıyla devam ediyor! Konu Erdoğan'ın kişiliği değil! Türkiye'nin katettiği mesafe ve gideceği yer! İşte bu; uykuların kaçmasına neden oluyor! Çökertme operasyonu için yapılan bütün planların arkasında yatan tek gerçek neden; Ankara'nın yürüyüşünü durdurmak!
Ama işleri çok zor! Hatta imkansız gibi!
Tabii bu onların saldırmayacağı anlamına gelmiyor! Peşpeşe bunca önemli olay yaşanırken fotoğrafın bütününü görmekte çok zorlandığımızı gördüm!
O zaman kavganın nedenine gidelim!
Hem denklemi çözeriz, hem de Erdoğan'ın üzerinden Türkiye'ye vuranların kim olduğunu anlarız!
Zaten niyetleri ortada!
Hafızamızı tazeleyerek başlayalım!Başbakan Erdoğan'ın, Davutoğlu ve Hakan Fidan'ı da yanına alarak gittiği 16 Mayıs 2013'teki Amerika gezisi çok önemliydi! Üç günlük gezi çok iyi başladı!
Zaten Obama'nın Türkiye'ye ve Müslüman coğrafyasına bakışında bir hata ve eksiklik yoktu! Üstelik Erdoğan en değer verdiği dostuydu! Aradaki ilişkinin temelinde de samimiyet ve dürüstlük yatıyordu!
Neyse...
O ünlü KIRMIZI ODADAKİ toplantıda CIA Başkanı dışında Obama da ekibiyle hazır bulunuyordu! Gerginlik orada yaşandı! Kürt meselesini aşan ve geride bırakan Türkiye masada çok netti!
Yıllardır enerjisini bu işe veren Ankara, Kürtler'le olan yakınlığa vurgu yapıp Barzani ile çalışacağını ve oradaki petrolün Akdeniz'e ulaşacağını söyledi!
Buraya kadar hiçbir sorun yoktu! Ama Obama'nın da direnemediği bir güç masada dolaylı olarak sorun çıkarıyordu! Projeye kimsenin "Hayır!" dediği yoktu! Ama Amerikalılar, Türkler gibi düşünmüyordu! Büyük bir görüş ayrılığı vardı! Bir noktada işler tıkanmıştı! Bütün bölgenin kaderini değiştirecek olan operasyonda Amerikalılar Ankara'ya YÜZDE 3, komisyon önerdi!
Oysa bu, Türk heyetinin duymak isteyeceği bir şey değildi! "Biz acıyı çektik şimdi kardeşçe büyüyeceğiz"diyerek YÜZDE 20'den aşağı olamayacağını net olarak söyledi!
Sert tavır karşısında bu kez şaşırma sırası Amerikalılar'daydı...
Türkiye'nin öne sürdüğü teklife Barzani de razıydı. Çünkü o da BAĞDAT'ı bu yolla tasfiye edecekti!
Amerikalılar'ın yüzü asıldı! "Böyle bir şey asla söz konusu olamaz" dediler!
Bunun üzerine Ankara "İyi ama orada işler karışık! Barzani ve Maliki savaşın eşiğinde!" diyerek üstü kapalı bir şekilde "Bize ihtiyacınız var!" mesajı verdi!
Bu cevap, karşıdaki heyeti çok öfkelendirdi! Toplantı bir anda bitti! Daha sonra kaldığı yerden devam etse de bir sonuç çıkmadı! Ve gerilim orada başladığı gibi artarak devam etti! Petrol devi ABD şirketleri bölgedeki trafiği kendileri yönetmeyi, Türkiye'ye de küçük bir PAY vermeyi düşünüyordu!
Ama Ankara'nın tavrı hiç hesapta yoktu! Planlanmayan buydu!
Seyahatten dönüldü! Ankara'ya inildi!
Petrolü elinde tutan ve Obama'nın da üzerinde olanlar düğmeye bastı! Aradan iki hafta geçmemişti ki CNN International TAKSİM'e karargah kurdu ve GEZİ olayları başladı! Ankara bu olayları frenlemeye uğraşırken bir mesaj da 7 Haziran'da Irak'tan geldi! Amerika, Bağdat'a gönderdiği ulakla Maliki'ye "Barzani'nin ayağına git ve onunla anlaş! Anlaşmadan da dönme!" diyordu! Yani Ankara'nın "Orada sorun var!" tezini elinden almak istiyordu!
Paylaşım savaşında Erdoğan geri adım atmadığı için sokaklar karışıyor, aynı anda İngiltere ve Almanya istihbaratları da devreye giriyordu!
Yahudi medyası bir elden yönetiliyor ve her gün aynı manşetlerle Erdoğan'a yükleniyordu!
Büyük bir savaş başlamış ve hedef de Erdoğan olmuştu!
Aslında MİLLİ DEVLET saldırı altındaydı! Ama içeridekilerle uğraşmaktan bunu anlatmak çok zor oluyordu!
İşte tam bu aşamada PARALEL YAPIYA da "Düğmeye basın!" emri geldi!
Onlar da, Erdoğan'ın kendilerine açtığı kapıların arkasında ellerinde ne varsa oluşturulan HAVUZA akıtıyordu!
Kimseler duymadan bütün belgeler ve atılacak adımlar kararlaştırılıyordu! Zaten Türkler'in Kürtler'i KARDEŞ olarak görmesine itirazı olan yapı PAYLAŞIM SAVAŞINDA taşeron olarak kullanılıyordu!
Büyük ihtimal bundan haberleri yoktu!
Oslo'nun sızdırılması, Gezi'nin patlatılması, 17 Aralık süreci için düğmeye basılması aynı mekanizmanın değişik dişlileriydi!
Ama bunu görenler kadar görmeyip KÖR olanlar da vardı! Ülke saldırı altındayken bile birileri "Erdoğan gitsin de gitsin!" diyordu! YABANCILARA çalıştıklarını söyleyemeyecekleri için böyle bir rota izliyorlardı!
Oysa İngilizler'in elimizden aldığı BÖLGEYE bir şekilde inmiş ve tamamını ele geçirmek üzereydik! Buna itiraz edemeyecekleri için Erdoğan'ı "DİKTATÖR!" diyerek hedefe koyuyorlardı! Kötü olan oydu! Çünkü EMİR böyle verilmişti!
AK Parti'de Erdoğan gibi düşünmeyen çok isim olduğu için PARTİ asla hedef olmuyordu! BÜYÜK DÜŞÜNEN BAŞBAKAN götürülmeliydi! Kişiliksiz, kimliksiz, iddiasız Türkiye'nin geri gelmesi için bu şarttı!
Türkiye bildiği yoldan MİLİM sapmadan yürürken geçtiğimiz hafta o medya yine kin kustu!
İngiliz, ABD ve Alman medyasında korkunç bir saldırı başladı... 

The Guardian, The Times ve Telegraf adeta ortak bildiri yayınladı:
Rusya'nın Çin'le yaptığı anlaşmadan 24 saat sonra Türkiye'nin de Kuzey Irak petrolünün vanasını eline alması, bölgedeki dengeleri AB ve ABD aleyhine değiştirdi. Bu kabul edilebilir bir durum değil... 

New York Times: Türkiye, Kuzey Irak petrolü konusunda hem vananın hakimi olma noktasında hem de Halkbank konusunda taviz vermedi. Bu ABD'ye karşı atılmış en ciddi adımdır... 

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Psaki de, "Bu anlaşmayı kabul etmiyoruz. Bu Irak'ta büyük huzursuzluk yaratır. Halkbank konusuna da itirazımız devam etmekte" dedi.
Ancak vanalar açılmış ve petrol akmaya başlamıştı!
25 yıl içinde gelecek para 7 trilyon dolardı!
Türkiye bu geçişle CARİ AÇIĞINI tamamen kapatacaktı!
Ve HALKBANK'ta biriken para da tam 365 gün orada kalacaktı!
Neçirvan Barzani de "Gerektiğinde o parayı alacağız! Çok ihtiyacımız olursa!" diyerek Türk ve Kürt kardeşliğinin geldiği noktayı gösteriyordu!
Yıllarca bizi savaştıranlar şimdi bu kardeşlik karşısında şok olmuştu!
Buna OYUN KURMAK deniyordu!
Ankara kararlı oldukça onlar da pis işlere kalkışıyorlardı!
Bakın geçtiğimiz cumartesi gecesi Türkiye'nin Musul Başkonsolosu Öztürk Yılmaz ve beraberindeki heyet Erbil yolunda uzaktan kumandalı bombanın hedefi oldu!
Ucuz atlatılan saldırıda mesajı kimin verdiği açık değil mi?Sorumlu bulmakta zorlanacağınız bir durum var mı?
Bence yok!
Ya ülkemizin ya onların tarafındayız!
Üçüncü bir ŞIK yok!
Bunu anladığımızda zafer bizim!

27 Mayıs 2014
Ergun Diler - Takvim

http://www.takvim.com.tr/Siyaset/2014/05/27/anlama-kilavuzu

21 Mayıs 2014 Çarşamba

ATEŞ SOMA’YA DÜŞTÜ!..



13 Mayıs 2014 sadece Soma ve Soma’lı için değil, Türkiye ve 77 milyon için kara bi gündü.
Acının merkezi Soma!
Ateş Soma’ya, kor 77 milyonun yüreğine düştü.
O gün helal lokma için girdikleri kömür ocağı 301 vatan evladına mezar oldu.
Bir avuç kömür için ömürlerini verdiler,
Milletimiz tarifi imkansız acıyı tek yürek olup yaşaması lazım gelirken, Soma dışından transfer edilen provokatörlerle acı, acı olmaktan çıkıp, seçilmiş Başbakanı indirmek, Bakanlarına sövmek için yeniden insanları sokaklara dökebilme çabasında olanlar oldu.
Gezi saldırısının ikincisini Soma’da yapabilmek ve provokasyonlarını hayata geçirebilmek için, facianın yaşandığı andan itibaren düğmeye bastılar. Facianın sebepleri bi tarafa, toprak altında onlarca insan can vermiş, toprak atında kurtarılmayı bekleyen insanlar feryat ededursun, provokatörler Taksim’de, Kızılay’da ve İzmir’de insanları sokaklara indirmekle meşgullerdi. Dışardan CNN ve BBC, içerdeki işbirlikçi hainleriyle Soma’da sahaya indiler ve pusuya yattılar. Milletimiz Soma’nın acısıyla yürekleri parçalanmış, göz yaşları sel olup akmış, Milletimiz ve ümmet ellerini semaya Soma için kaldırmış, hainler ‘Diktatör Tayyip istifa’ diye bağırmakla meşgullerdi. 8 seçimde sandıkta indiremedikleri Başbakanı, yeniden Soma’da indirecekleri gafletine düştüler.
‘Kaza değil, Cinayet!’ , ‘Katil Tayyip’ ,  ‘Diktatör istifa’ sloganlarını da, Başbakanı indirmek için attılar güya.
Gezi’de yaptıkları vandallıkların aynısını yeniden tezgaha koydular.
Gezi’de ‘müftü karısı’ olarak saha indirdiklerini,
Soma’da ‘madenci işçisinin karısı’ olarak CNN int ve BBC’nin mikrofonlarına konuşturdular; ‘Kocalarımızı Başbakan öldürttü’ dedirttiler.
Almanya’nın Der Spiegel’inden ‘Cehenneme git Erdoğan’ manşeti attırdılar.
Helal rızıkları uğrunda toprak altında can veren 301 insan onların umurunda bile değildi. 1 hafta boyunca, Taksim’den, Kızılay’dan, İzmir’den, yazılı, görsel ve sosyal medyadan ateş ettiler.
Başbakan istifa etmeliymiş!
Soma'ya ateş düştüğü andan itibaren;
Hükümet tarafından M.Kemal'in ölümünden sonra ilk defa ülkede 3 gün yas ilan edilmiş,
Ülke kocaman bi taziye çadırı haline getirilmiş,
Enerjiden sorumlu Bakan, taziye çadırının ev sahibi olarak kapısına dikilmiş,
Maden ocağının kapısında gece-gündüz nöbet tutmuş,
Acılarını kendi dünyasında yaşamış,
Göz yaşlarını göstermeden akıtmış; 'Bizi sadece kanunlar bağlamıyor, esas bizi dünya ve ahiret inancı bağlıyor' diyerek 301 kişinin cenazesi toprak altından çıkarılıp, yakınlarına teslim edilinceye kadar nöbet yerini terk etmemiş, acının düştüğü yüreğin göz yaşlarına ortak olmuş, Enerji Bakanı Taner YILDIZ'a teşekkür edilmesi lazım gelirken, ‘Katil Bakan’ istifa etmeliymiş!
Bu topraklarda, Anadolunun köylerine her gün şehit cenazeleri gelirken,
Tek şeritli yollarda her gün ülke insanı kazalarda can verirken,
Milletin %90'ı uçağa binemezken,
Hızlı trenden geçtim, normal Kara Tren için bile ray döşenmemişken,
Denizin altında Marmaray yokken,
3.Havalimanı, Kanalİstanbul'un hayali bile kurulmazken,
Bu milletin alınteri, dış borç faizi oyunuyla Küresel Baronların ceplerine aktarılırken,
Gecelik Faizler %140'larda iken,
Aylık Enflasyon çift haneli iken,
Statüko tarafından milletin evlatları adam yerine konulmazken,
Ortalarda ne ‘hırsızlık’ vardı, ne ‘Gezi’ vardı ve ne de istifaya davet edilen ‘Diktatör’ vardı...
100 yıllık kavgaları bitirenler,
90 yılda yapılmayan duble yolları yapanlar,
Hem karaya, hem denize hızlı tren rayları döşeyenler,
IMF'e borcu sıfırlayanlar,
Milletin evlatlarını adam yerine koyanlar ‘Diktatör’ oldu bizim memlekette.
Son 4 yıldır evinde eşiyle kavga edenler, çayının demini, yemeğinin tuzunu eksik bulanlar, sokaklara çıkıp hep bir ağızdan 'Diktatör istifa' diyerek höykürdüler.
Milletin ciğeri yanmış, yürekleri dilhun olmuş, Soma dışından getirdikleri provokatörlerle sokağa inip kömür işletmesinin patronu Alp Gürkan'a tek bir laf etmeyen Geziciler, Ülkenin seçilmiş Başbakanına küfür ediyorlar.
Sizlere geçmişten iki derkenar arzetmek istiyorum.
-Yıl 1999.
Bülent Ecevit Başbakan, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz Başbakan Yardımcısı.
Gölcük'te 40 bin kişiye kendi evleri mezar oldu,
Ecevit 3 gün sonra deprem bölgesine gitmesine rağmen,
Hiç bir dangalak çıkıp, 'Ecevit İstifa, Diktatör istifa' diyerek bağırmadı.
O gün 40 bin kişinin hesabını Ecevit'ten değil, Veli Göçer'den sormuşlardı..,
O gün Gülcük'te, bugün Soma'da yüreklerimiz yandı millet olarak.
Sadece deprem felaketi için değil, tüm felaketler için teknolojik olarak hangi tedbiri alırsanız alın, ilahi tecelliyi engelleyemezsiniz.
Zira, Dünyanın tüm teknolojilerini bi araya getirseniz, tüm ilim ve bilim adamlarını aynı masaya oturtsanız, ellerinizden gelen tüm tedbirleri alsanız da, ölümü ortadan kaldıramaz, 1 salise öne alıp, 1 salise tehir edemezsiniz.
Beşeri sistemler, ilahi tecelli (kader) karşısında bu kadar acizdir.
Soma'daki yaşanan acıyı tedbirsizliğe bağlayıp, tedbir almayanları istifaya davet etseniz de, Soma faciası bahane edilerek, Başkana ve Bakanlara sövülmesine sebep tedbirsizlik olduğunu düşünmüyorum. Başbakana edilen küfürler, yapılan saldırılar, Taksim'den, Kızılay’dan ayaklanmalar, Soma'da tedbir alınmadığı için yapılıyor denilebilir mi? Tedbir almayan Başbakan'a küfür edilirken, hatta Karaca Ahmet Mezarlığında medfun Annesinin kabri tarumar edilmesi için insanlar organize edilmek istenirken, asıl vahşiliği, asıl caniliği ve gözü dönmüşlüğü, tedbirsizliğin arkasına saklayarak asıl yapmak istediklerini gizlediler.
Böylesi felaketlerin altından ancak birlikte çıkarız, Başbakana söverek, yakarak-yıkarak, diktatör istifa diye bağırarak hangi meselemizi halledebiliriz. Hiç bir felaket bu ülkenin Başbakanına, anasına, avradına sövme hakkı vermez.
Başbakan Ecevit’te olsa, Kılıçdaroğlu'da olsa, Bahçeli'de olsa, böylesi felaketlerde tedbir almadı gerekçesiyle Başbakana kimse sövemez. Gölcük depreminde Başbakan Ecevit’e sövülmediği gibi.
Gölcük'te deprem oldu, Veli Göçer hesap verdi. Neden Veli Göçer?
Yaptığı binaları depreme dayanıklı yapmadığı için suçlu bulundu. O günün Bayındırlık Bakanlığı, İmar Müdürlükleri neden gerekli denetimi yapmayıp, Veli Göçer’e inşaat yapma ruhsatı verdi diyerek, dönemin ne Bayındırlık Bakanı, ne İmar Müdürü, ne de Başbakanı Diktatör ilan edilmedi, istifaya davet edilmedi, anasına-avradına sövülmedi.
O gün suçluyu buldular ve Veli Göçer’den hesabını sordular ve içeri koydular.
Bugün Soma'da bu ülkenin 301 evladı toprak altında can vermiş,
Soma'da 301 kişinin toprak altında can verdiği işletmenin patronu Alp Gürkan hakkında neden tek bir haber yapılmadı?...
Koç'un enerji taşeronu ve Mason olduğundan mı acaba?
Cemaat medyası ve Doğan medyasına göre, 301 insana mezar olan Kömür ocağının patronu Alp Gürkan masum, ama kartel ve paralel medyaya göre ‘katil Başbakan’ hesap vermeliymiş!.
-3 Mart 1992 - Saat 20.00
Zonguldak - Kozlu grizu patlamasında 263 kişi ölmüştü…
Hükümetin Başbakanı, Sağ Demokrat Süleyman Demirel,
Hükümetin Başbakan Yardımcısı, Sosyal Demokrat Erdal İnönü.
4 Mart 1992 Gazete Manşetleri; “Kan ağlıyoruz”
5 Mart 1992 Gazete Manşetleri; “Ölü sayısı 98’e çıktı. Toprağın altında hala 200’den fazla yurttaşımız var.”
6 Mart 1992 Gazete Manşetleri; “Ocaklar alev alev. Kurtarma ekipleri tehlikede. Galeriler barajlarla kapatıldı 150 işçi kaderine terk edildi”
Henüz Başbakan Demirel Kozlu'ya gelmediği halde gazetelerin manşetlerinden Başbakana sövülmedi.
Başbakan Yardımcısı da, ilgili Bakan da yada kabineden başka bir Bakan da yoktu ortalarda.
‘Hükümet istifa’, ‘katil Başbakan’, ‘ Kaza değil, Cinayet! Diktatör istifa’ pankartlarıyla, Taksim’e, Kızılay’a çıkıp yakıp-yıkanlarda yoktu.
8 Mart 1992 Gazete Manşetleri; “Kozlu işçileri gömüldü.”
9 Mart 1992 Gazete Manşetleri; “Koalisyon bozulursa savaş çıkar…” Erdal İnönü – Başbakan Yardımcısı
Şimdi yeniden bugüne, 13 Mayıs 2014 Soma’ya dönelim ve sövülen Başbakanı, hakaret edilen Bakanı yeniden düşünelim.
Kim neyi hak ediyor?
Allah rızası için bu soruya cevap arayalım ve son 4 yıldır yaşadıklarımızdan sonra,
Özellikle Gezi’den buyana bu topraklarda tezgahlanan oyunlarından sonra,
17-25 Aralık operasyonlarıyla 30 Mart seçimlerinde istedikleri neticeleri alamadıktan sonra, 
Soma faciasında oynanmak istenen oyunu, hainlerin planlarını görmek için! Şu tesadüflere dikkatleriniz çekmek istiyorum.
Fetullah Gülen'in; "Ameliyat başladı, artık ilaç tedavisine dönülemez..." mesajının üzerinden 6 gün sonra,
Sosyal Medyada 'DirenSoma' ismiyle açılan hesaplardan 10 gün sonra,
Mehmet Baransu'nun; "Manisa, İzmir ve çevresinde üzümler dolu sebebiyle %40 zarar gördü. Bu daha baçlangıç..." twitinden 12 gün sonra
Emre Uslu'nun; "Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'a oy veren, KAOS'a oy verir, inanmayan FAVa atsın 6 ay beklesin..." twitinden sonra,
Mehmet Baransu'nun 13 Mayıs Soma faciasından hemen sonra; "Bugünleriniz inanın daha iyi günleriniz, felaketler ard arda gelecek..." twitinden sonra,
İngiliz BBC’nin tam tekmil Soma’da pusuya yatmalarından sonra,
Alman Der Spiegel’in ‘Cehenneme kadar git Erdoğan’ manşetlerini gördükten sonra, kaza sonucunda 301 insanın ocakları söndü, yürekleri yandı denilebilir mi?
Yoksa verilen mesajlar, yapacakları sabotajın şifreleri miydi?
Tabi mesele onlar için Soma’da bir avuç kömür için verilen canlar değil.
Asıl mesele, 12 yıldır bu topraklarda küresel para imparatorlarının dağıtılan tezgahlarıdır.
İçerden ve dışarıdan onca saldırıya karşı bu topraklarda tek başına kavga veren tek kişi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır. 
İçeriden ve dışarıdan Erdoğan'a saldırı biçimi aynı. 
Dışarıdan, Almanya'nın Der Spiegel'inden attıkları 'Cehenneme git Erdoğan!' manşeti, içerideki işbirlikçi hainleri tarafından karşılık ve destek buluyor.
Neden?
Çünkü içeriyi ve dışarıyı aynı merkezden idare eden; ‘Başbakanı indirirsek, bu topraklarda tezgahımızı yeniden açarız’ hülyasında olan küresel ve paralel çete, tüm stratejisini Başbakanı indirmek üzerine kurmuştur.
Hala bunu göremeyen Ak Partililer var memlekette! 
Hala içeriden ve dışarıdan tüm hainler güçlerini birleştirirken, Ak Partiliyim iddiasında bulunup kavgayı tribünden seyreden, Belediye Başkanı, Milletvekili ve Bürokratlar kendi Paralel hayatlarını yaşamaya devam ediyorlar.
Dışarıdan Küresel ve içerden Paralellerin planları bozulsun ve başlarına geçsin istiyorum.
Yani demem o ki, Soma'da giden canlardan dolayı sövülmüyor ülkenin Başbakanına, seçimle indiremedik diye çıldırıyorlar.
Milletimiz ve ümmet ellerini semaya açıp, Soma'da vefat edenlere Allah, rahmet ve mağfiret yağdırsın,
Mahzur kalanlara yardımını göndersin,
Bekleyenlere sabırlar lutfetsin diyerek dualarını birleştirdi.
Siz, 301 insanın acısı üzerinden siyaset devşirerek şerefsizlik yaptınız.
Böylesi bi günde de alçaklığınızı ispat ettiniz ya,
Ne demeliyim size bilmiyorum ki!?
Ermeni oldunuz,
Çapulcu oldunuz,
Müftü karısı oldunuz,
Abi oldunuz,
Abla oldunuz,
Şakirt oldunuz,
Maden işçisinin karısı oldunuz.
Ama ihanetinizden vazgeçip adam olamadınız...
Sizi gidi hain sürüngenler sizi!
Ömrünüz küresellerin önlerinde diz çökmekle geçti,
Onların tetikçileri patronlarınızın önlerinde alçakça süründünüz.
Doğrulup ayağa kalkamadınız ve kalkamayacaksınız.
Adam değilsiniz vesselam…


21 Mayıs 2014

mus@bhy

20 Mayıs 2014 Salı

DEDİĞİNİZ OLMADI, OLMAYACAK!


Ülkemizde 90 yıl kendisini bu ülkenin sahibi zanneden bi güruh, yıllarca ülke insanının ensesinde keyif sürdüler. Kendileri gibi düşünmeyen bu toprakların insanını adam yerine koymayan zihniyet, kendi dünya hayatları için koca bir imparatorluğu yıktılar. Yerine kurdukları rejimle bu millete karanlık bi hayat yaşattılar yıllarca.
25 milyon metrekare ümmetin topraklarını Lozan’da parçalayanlar bunlardı.
Hilafeti kaldırıp, ümmeti başsız bırakanlar da bunlardı.
Bir gece değiştirdikleri alfabeyle, milleti cahil bırakanlar da bunlardı.
Şapka giymedi diye İskilipli Atıf Hoca’yı, bohçası içerisinde köy köy başörtüsü sattı diye Şalcı Bacı’yı asanlar da bunlardı.
Ezan’ı  ‘Tanrı Uludur’ diye okutturan, Kur’an eğitimini yasaklayan, Camileri satan, satamadıklarını depo olarak kullananlar da bunlardı.
90 yıl bu toprakları kan gölüne çeviren, milleti şucu-bucu yapan, Türkle Kürdü kavga ettirerek milletin ve bölgenin kaynaklarını sömürenler de bunlardı. 
90 yıl boyunca İslamı İrtica, müslümanı mürteci görenler de bunlardı.
1950 seçimleriyle ‘yeter söz milletin’ diyerek iktidara gelen, Ezanı ‘Tanrı Uludur’dan yeniden ‘Allah-u  Ekber’e çeviren, milleti devletiyle barıştıran, milleti adam yerine koyup milletiyle beraber 10 yıl Başbakanlık yapan Merhum Menderesi darbeyle indirip, türlü iftiralarla kurdukları darbe mahkemelerinde yargılayıp asan da bunlardı.
İstanbul Teknik Üniversitesinden mezun olan biri Makina Mühendisi, diğeri İnşaat Mühendisi bu ülkenin iki gencine, 40 yıllık siyasi hayatlarında Süleyman Demirel’i 8 defa Başbakan yapan, Necmettin Erbakan’ın Başbakanlığına 40 yılda 11 ay tahammül edemeyenler de bunlardı.
Necmettin Erbakan’ın 40 yılda 4 partisini kapatanlar da bunlardı.
Memleketin evlatlarını başındaki örtüsünden dolayı bu milletin Meclisinden, Dairesinden, Mahkemesinden, Üniversitelerinden, Okulundan kovanlar da bunlardı.
İmam-Hatip Lisesi mezunu bu toprakların evlatlarını adam yerine koymayanlar da bunlardı.
Kendileri gibi düşünmeyenleri Arabistan’a gönderenler,
İmam-Hatiplileri yarasaya benzetenler,
Refah Partililere metastaz yapan habis ur diyenler,
Seçilmiş Başbakana küfredenler de aynı zihniyetin adamlarıydı.
2003 itibariyle 90 yıllık sürdürdükleri sefa, kurdukları saltanat bitecek korkusuyla kudurdukça kudurdular.
90 yıllık düzenleri yıkılacak ve saltanatları başlarına geçecek korkusuyla saldırdıkça saldırdılar.
Bu ülkenin üzerinde kurdukları vesayetle ülkenin başına Başbakan tayin edenler, Cumhurbaşkanı ataması yapanlar, 2003 itibariyle vesayetleri yıkılmaya başlayınca,  buldukları her cepheden saldırıya geçtiler.
90 yıl boyunca milletin ensesinde keyif sürenler, 2003 itibariyle İmam-Hatip Lisesi mezunu bir vatan evladının milletin başına Başbakan olmasını engelleyemediler...
Engelleyemeyince Merhum Menderes misali iftiralarla Recep Tayyip Erdoğa’nı durduracaklarını, iktidardan indireceklerini sandılar.
‘Hırsız’ dediler, ‘Karun’ dediler, ‘Tiran’ dediler, Diktatör’ dediler ama Recep Tayyip Erdoğan’la girdikleri 8 seçimde hep kaybettiller.
Kaybettikçe kudurdular!
Sandıklardan umudunu kesenler, bu defa O’na oy veren milletin iradesine ve değerlerine saldırarak indireceklerini sandılar.
O’na oy veren millete; ‘bidon kafalı’ dediler, ‘göbeğini kaşıyan adam’ dediler,
Millete geri zekalı dediler, cahil dediler, aptal dediler ama İmam-Hatip Lisesi mezunu bir vatan evladının Ülkenin başına Cumhurbaşkanlığına giden yolunu kapatamadılar.
Öylesine zıvanadan çıktılar ki, ‘Tayyip beye oy verenler, belaların en şiddetlisine müstehaktır’ diyerek zırvaladıkları yetmedi,
'Ak Partiye oy verenler, helak olacaklar...' demek suretiyle de kinlerinden tırnaklarını yediklerini, kuduz köpekler misali kudurduklarını ispat ettiler.
90 yıl boyunca bu topraklarda; ‘Ak Partiye oy verenler, bu belalara müstehaktır…’ ve 'Ak Partiye oy verenler, helak olacaklar...' diyerek insan olamadıklarını ispat edenlerin dediği oldu,
Bundan böyle; ‘Çizmelerimi çıkarayım da, sedye kirlenmesin…’ diyerek devleşen büyük şahsiyetlerin dediği olacak…
Siz nesiniz, kimsiniz?
Milletin gözünde hiç bir şey ifade etmiyorsunuz.
Gezi zekalı darbeciler 30 Martta dediğiniz olmadı, 10 Ağustos'ta da olmayacak..

Sürüngenler istemese de…

20 Mayıs 2014

mus@bhy

13 Mayıs 2014 Salı

İKİ UZUN ADAM! İKİ GÜZEL İNSAN!..

Müstakbel Başbakan,
Müstakbel Cumhurbaşkanı...

10 Ağustos 2014 Cumhurun başına Başkanın seçileceği,

Akabinde 2015 Genel Seçimleriyle Cumhurun başına Başbakanın seçileceği bir zaman dilimine giriyoruz.

100 yıldır beklenen gün;

O gün;
Yeryüzü mazlumlarına,
ümmetin yeniden dirildiği,
yeniden ayağa kalktığı muştusunun verildiği gün olacaktır.
Yeryüzünde  kötülerin düzeni köle düzenini mutlaka yıkacak,
yerine adil ve merhametli bir düzeni mutlaka kuracak,
merhametli insanların yeniden işbaşına geldikleri gün olacaktır.

O gün;
Yeniden Büyük Türkiye'nin inşa edildiği müjdesinin,
yeryüzü mazlumlarına ilan edildiği gün olacaktır.

Bu toprakların evlatları olarak;
100 yıldır
ötelenip - örselendiğimiz,
horlanıp - zorlandığımız,
İtilip - atıldığımız,
bölünüp - parçalandığımız,
Acıtılıp - incitildiğimiz günleri gerilerde bırakacağımız günlerin heyecanını yaşıyoruz millet olarak…

Bundan böyle,
Ebu Zerlerin sözünün yükseleceğine,
Adalet ve merhamet üzere yaşanacağına,
Köle Bilal’le, Halife Ömer’i eşit gören bir medeniyyetin mücadelesinin verileceğine olan inancımız tamdır.

Allah cc, istikamet üzere yürüyüşlerini daim etsin,
ayaklarını kaydırmasın.
Seslerini ve sözlerini tesirli kılsın.
Allah yar ve yardımcıları olsun vesselam...




13 Mayıs 2014
mus@bhy


11 Mayıs 2014 Pazar

Yargı Bağımsız(!), Hukukçular Tarafsız(!) mış!



28 Şubat'ta bu milletin oylarıyla seçilmiş Hükümeti indirmek için, yine bu ülkenin Hakimleri, Savcıları ve bilumum Hukuk(!)çuları darbeci Paşalardan, Genel Kurmay Karargahında, 'BRİFİNGLER' alırken, brifinglerden sonra Askerlerden alınan emir ve talimatlar gereği keyfi davalar açıldığında da 'Yargı Bağımsızdı' değil mi?
Sizin 'Bağımsız Yargınız' 90 yıldır bu milletin evlatlarını adam yerine koymadı.
Yıllar, milletimizi de, iktidarlarımızı da değiştirdi elhamdülillah.
Artık Bağımsız(!) Yargının, Genel Kurmayda ‘brifing’ alacağı bir Karargahta yok hamdolsun.
Hal böyle olunca, Hakim, Savcı ve darbeci Paralellerle işbirliği yaparak seçilmiş hükümeti düşüremeyince, çareyi bu toprakları bu ülkenin evlatlarına bırakmayacak hainlerle işbirliği yapmakta buldular.
Bu toprakların 100 yıl boyunca sömürü farkedilmesin diye, kendi evlatlarını birbiriyle kavga ettirerek, milletin kaynaklarını sömüren Küresel çetenin içerdeki işbirlikçi hainleriyle birlikte 'gezi' saldırısıyla seçilmiş Hükümeti düşüreceklerdi.
Düşüremediler, çılgına döndüler.
17-25 Aralık operasyonuyla, Küresellerin işbirlikçisi Fetullah Gülen'in iradesine teslim olmuş, Başbakan Erdoğan'ın koluna kelepçe takma hevesiyle yanıp tutuşan, Paralel Hakim ve Savcılar, 30 Mart'ta milletimizden yedikleri tokatla planları bozuldu, hevesleri kursaklarında kaldı.
Durmadılar...
Önce Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç üzerinden, sonra da Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu üzerinden ayar verme çabasıyla, bu milletin duasıyla ve oylarıyla seçilmiş Hükümetin başı, Başbakan Erdoğan'a saldırmaya başladılar.
Her ikisi de, Yargının tepesinde Hukuk(!)çu kişilikleri öne çıkmış insanlar.
Ayar vereceklerdi, ayar aldılar.
Bundan böyle de hep ayar alacaklar.
Bunların Yargıları bağımsız(!), Hukuk(!)çuları da tarafsız mış!
Genel Kurmay Karargahında, seçilmiş hükümeti düşürmek için,  darbecilerden ‘brifing’ alan Hakim ve Savcılarınız da hem bağımsız(!), hem de tarafsız(!)dı değil mi?
Yekta Güngör Özden, Başörtülüleri insan yerine koymazken, bağımsızmıydı?
Sizin hukuk anlayışınıza göre, Milletin oylarıyla, Milletin Vekili seçilen Merve Kavakçı'nın başındaki örtüsünden dolayı gece yarısı evine baskın yapıp, Kavakçı'nın çocuklarının psikolojini bozan Nuh Mete Yüksel'de sizin bağımsız(!) Yargınızın tarafsız Savcısıydı değilmi?
 Vural Savaş, 'Refah Partililer, kandan beslenen habis urdur' dediğinde de bağımsızdı değil mi?
Biz unutmadık, siz de unutmayın!
Dün yaptığınız hukusuzlukların bedelini, bundan böyle ödeyeceksiniz.
Yargı, hem bağımsız(!) hem de tarafsız(!)mış!
Güldürmeyin insanı...

11 Mayıs 2014
mus@bhy